Gözüme güneş giriyor.
Evet evet. Karşı camdan, :) 2017nin son günlerinde gözüme gözüme güneş çarpıyor. Kış değilmiş gibi sanki bir şeyler fısıldar gibi yaptı sanırım. Bilemedim. Ama düşündürdü. Başardı belki de.
2017. Ne seneydi be. Geçen sene tam da bu zamanlar, bazı masalların bitmemesi için dua eder bir haldeydim. Yeni gelen masallara, yazılar yazar, güzel haberler bekler bir modda sakince iç geçirirdim. Kimse bilemiyor geleceği. Çok güzel bir sene yepyeni bir iş yeri derken, öyle hayallere dalmıştım ki, 2017nin ilk yarısında yaşayacağım hüsranların hiç birine hazırlık yapmamıştım. Nasıl böyle yakalandım bilmiyorum. Ben hiç hazırlıksız kalmam. Üstelik yapayalnız da kalacaktım. Onca kalabalığın içinde yapayalnız. İç yakıcı hikayeler.
Neyse işte. Bir film karesi gibi 2017nin ilk 6 ayı. Çok da hatırlamaya çalışmıyorum artık. Bir deniz kenarı görseli var gözümün önünde. Yanımda hala varlığına şükrettiğim, hala da en çok tutunabildiğim insanlardan biri. "At" demişti ne varsa. "Seni anlıyorum, bana anlatma, ama at artık." Çok ağladım ben o gün orda. Bir daha da gitmedim. Ama herşeyi orda attım biliyorum. Hepsini deniz kabuklarına, taşlarına, kum taneciklerine yazarak attım o gün.
Sonra bir daha ne ağladım. Ne düştüm. Ne ataklar geçirdim. Ne de geriye dönüp baktım.
Bazen ince bir çizgi ayırıveriyor hayatınızı bir yerden. Benim için o ince çizgi, tam da 2017nin 17 Haziran gününde ayırıverdi ömrümü iki yerden. Çok acı çektim, çok yıprandım senelerce. Ama hiç böyle ikiye bölüneceğimi akıl edememiştim. İyi de oldu ya bir yandan yalan yok. İnsanı böyle anları büyütmüyor mu zaten. 27 yaş sendromu halt yesin, ben her gece gözyaşı dökerek büyüdüm bu yıl. O kuyular falan, çıkıldı içlerinden ya, söylemesi çok basit geliyor. Yazması da :) Ama ben tek başıma iyi bile dayandım. Güçlüsün derlerdi ama güçlüsün diyenler bile böyle güçlü olacağımı düşünmezlerdi bilirim. Şimdi onlar ben bizler hepimiz şaşkınız işte. 2018 öyle şaşkınlıklarla geliveriyor.
Bir yandan da tekmelerle. :) ah unutmadım seni, seni unutamam!
Serçe parmağımdan da küçük ayaklı bir şey, tekmeleyip duruyor içerden şu an. Güneş hala gözlerimde. İyi kileri sıralamak lazım şimdi. Sonra da yavaştan bitirmek bu yazıyı.
Sevgilim.
Küçük sevgilim.
Ağlarken susanım.
Sigarasının son iki fırtını uzatanım.
Rakı kadehlerine hasta olanım.
Süpriz gibi gelip yıllardır tanırmışçasına bir kitap, bir şarkı, bir şeyler hediye edenim.
- Hayatımı değiştirenlerim.
2017 ikinci yarısı sahiplerim!
Sarılıp öpenim.
Sarhoşken beni daha çok sevenim.
Gözleri hep gülenlerim.
Kahkaha attıklarım. Beraber bağırıp çağırdıklarım.
Her cumartesi içemediğim rakıya rağmen "rakı mı içsek" mesajı aldıklarım.
Tekmelerini sevdiğim.
En çok da sen!
Sevgili tekmelerini sevdiğim! :)
-----
Hoşçakal 2017 kod adlı çöp torbası. Kemiklerin, kanların ve sen. Hoşçakal!
O sana rağmen biriktirdiklerim var ya. Biz hani! Kaç-tık! =)
Eyvallah.
B.
26 Aralık 2017 Salı
15 Aralık 2017 Cuma
30
Daha şimdiden bırak anneni babanı, ailenin çevresinden bile böyle seviliyorsan sen şımarıklığın kitabını yazacağız beraber gibi görünüyor sevgili küçük adamım. İnsanlar seni sevebilmek için ellerini göbeğimden çekemiyorlar bile. Öpüyorlar. Seviyorlar. Hediyeler yağdırıyorlar.
Mutluyum.
Şımarıklığına bile hasta olacağım çünkü. Biliyorum.
Kaldı 10! 👑 Hayatımda ilk defa sevdiğim bir zaman daha hızlı geçsin diye herşeyi yapabilirim.
İyi ki geldin başıma küçük sevgilim. Hadi uğurunla geçir de bitir şu zamanı. Çünkü bir tek "Sen" bende herşeyi yapabilirsin. 🙏🏻♥️
Bulut'a.
Mutluyum.
Şımarıklığına bile hasta olacağım çünkü. Biliyorum.
Kaldı 10! 👑 Hayatımda ilk defa sevdiğim bir zaman daha hızlı geçsin diye herşeyi yapabilirim.
İyi ki geldin başıma küçük sevgilim. Hadi uğurunla geçir de bitir şu zamanı. Çünkü bir tek "Sen" bende herşeyi yapabilirsin. 🙏🏻♥️
Bulut'a.
4 Aralık 2017 Pazartesi
Default
Tam 1 sene olmuş, olacak.
Handeyle o zamanlardan kalma bir kaç "ciddili" mailleşmemiz var. "Hande Hanım teklifinizi ne zaman gönderirsiniz?" "Burcu Hanım, siz ne zaman dönersiniz" gibi. Bilemiyorum, zaman şimdi çok hızlı geçmiş gibi geliyor ama sanki öyle de hızlıca geçmemiş gibi.
Biraz daha önce yazdıklarımı da okuyarak neler yaşadığımı hatırlamak gibi bir gaflete düştüm. Vay arkadaş. Ben 1 senede kaç kere düşmüş, kaç kere kırılmış, kaç kere yuvarlanmış, kaç kere çıkmaya çalışmış ama çıkamamışım. Farkında değilsiniz değil mi?
Ben farkındayım. Hiç birini unutmadım. Ne o Kasım'ı ne o Aralık'ı. Ne o Şubat'ı, Mart'ı. Hiç birini. Gün gün, kelime kelime beynimde dönüyor herşey. Babamın ameliyatından, anneannemin rahatsızlıklarından, Aromsa'nın bitişinden, Danone'un başlangıcından, domuz gribime, mutsuzluklarıma, haksızlıklarıma, yarı yolda milyonlarca kez bırakılışıma, kaçıp gidişlerime, aldatılışlarıma, hepsine dokunuyor geçmişim. Ben hepsinin farkındayım. Hiç birini unutmadım.
Şimdi okudukça inceden inceden derinlere inip gördüğüm için paylaşmak istedim. Dönem dönem sıkıntılar yaşadım. Ailevi, maddi manevi, arkadaşsal, kişisel. Hepsinden vardır 28 senede. Ama bu sefer gözüme çarpan, okudukça kalbime dokunan en net ayrıntım ne biliyor musunuz? "Ben başardım" Evet bu sefer ben! başardım. Ben çıktım o cendereden, ben kurtardım kendimi, ben yenilmedim, ben bitti dedim bitti, ben başlayacak dedim başladı, ben seviyorum dedim sevdim, ben SEVMİYORUM dedim s.ktir ettim!
O yüzden böyle bir "güçlü" hissetmelerim. O yüzden görüp sadece gülmelerim, o yüzden "ne salakmışım" demelerim, o yüzden diğerlerinin farkını hatırlamalarım.
Teşekkür etmek istedim.
Hayatıma girip, benden bir şeyler çalıp çalıp gittiğiniz için teşekkür ederim. Sizler olmasaydınız asla ama asla böyle büyüyemez, böyle akıllanamazdım. Teşekkür ederim. Beni böylesine büyütürken öylesine küçüldüğünüz için. Saygının nasıl bir şey olduğunu hatırlattığınız için. Teşekkür ederim, asıl olanın sevgi olduğunu öğrettiğiniz için. Beni ittiğiniz her kuyunun sonundan ışıklar içinde çıkmama neden olduğunuz için. Hepsi için, milyonlarca kez, teşekkür ederim.
2018 bana nasıl geçecek belli, dilerim siz sürüm sürüm sürünür biraz büyürsünüz.
Eee biraz büyümekten zarar gelmez. Değil mi ama?
Biraz büyüyünce belki sizler, arkalarından sözler söylediğiniz, atıp tuttuğunuz adamların bile tırnağı olamayacağınızı anlayıp düzeliverirsiniz.
"Default geliyormuş o özellik büyüyünce, ben önceden konuştum ordan biliyorum. :)"
O gün geldiğinde yüzünüzü bırakın sesinize bile tahammülüm olmadığını anlayıp, nasıl da iyi bir oyuncu olduğumu farkedeceksiniz. Ah sizin için korkunç bir tecrübe. Sabırla bekliyorum.
Kolay gelsin.
B.
Handeyle o zamanlardan kalma bir kaç "ciddili" mailleşmemiz var. "Hande Hanım teklifinizi ne zaman gönderirsiniz?" "Burcu Hanım, siz ne zaman dönersiniz" gibi. Bilemiyorum, zaman şimdi çok hızlı geçmiş gibi geliyor ama sanki öyle de hızlıca geçmemiş gibi.
Biraz daha önce yazdıklarımı da okuyarak neler yaşadığımı hatırlamak gibi bir gaflete düştüm. Vay arkadaş. Ben 1 senede kaç kere düşmüş, kaç kere kırılmış, kaç kere yuvarlanmış, kaç kere çıkmaya çalışmış ama çıkamamışım. Farkında değilsiniz değil mi?
Ben farkındayım. Hiç birini unutmadım. Ne o Kasım'ı ne o Aralık'ı. Ne o Şubat'ı, Mart'ı. Hiç birini. Gün gün, kelime kelime beynimde dönüyor herşey. Babamın ameliyatından, anneannemin rahatsızlıklarından, Aromsa'nın bitişinden, Danone'un başlangıcından, domuz gribime, mutsuzluklarıma, haksızlıklarıma, yarı yolda milyonlarca kez bırakılışıma, kaçıp gidişlerime, aldatılışlarıma, hepsine dokunuyor geçmişim. Ben hepsinin farkındayım. Hiç birini unutmadım.
Şimdi okudukça inceden inceden derinlere inip gördüğüm için paylaşmak istedim. Dönem dönem sıkıntılar yaşadım. Ailevi, maddi manevi, arkadaşsal, kişisel. Hepsinden vardır 28 senede. Ama bu sefer gözüme çarpan, okudukça kalbime dokunan en net ayrıntım ne biliyor musunuz? "Ben başardım" Evet bu sefer ben! başardım. Ben çıktım o cendereden, ben kurtardım kendimi, ben yenilmedim, ben bitti dedim bitti, ben başlayacak dedim başladı, ben seviyorum dedim sevdim, ben SEVMİYORUM dedim s.ktir ettim!
O yüzden böyle bir "güçlü" hissetmelerim. O yüzden görüp sadece gülmelerim, o yüzden "ne salakmışım" demelerim, o yüzden diğerlerinin farkını hatırlamalarım.
Teşekkür etmek istedim.
Hayatıma girip, benden bir şeyler çalıp çalıp gittiğiniz için teşekkür ederim. Sizler olmasaydınız asla ama asla böyle büyüyemez, böyle akıllanamazdım. Teşekkür ederim. Beni böylesine büyütürken öylesine küçüldüğünüz için. Saygının nasıl bir şey olduğunu hatırlattığınız için. Teşekkür ederim, asıl olanın sevgi olduğunu öğrettiğiniz için. Beni ittiğiniz her kuyunun sonundan ışıklar içinde çıkmama neden olduğunuz için. Hepsi için, milyonlarca kez, teşekkür ederim.
2018 bana nasıl geçecek belli, dilerim siz sürüm sürüm sürünür biraz büyürsünüz.
Eee biraz büyümekten zarar gelmez. Değil mi ama?
Biraz büyüyünce belki sizler, arkalarından sözler söylediğiniz, atıp tuttuğunuz adamların bile tırnağı olamayacağınızı anlayıp düzeliverirsiniz.
"Default geliyormuş o özellik büyüyünce, ben önceden konuştum ordan biliyorum. :)"
O gün geldiğinde yüzünüzü bırakın sesinize bile tahammülüm olmadığını anlayıp, nasıl da iyi bir oyuncu olduğumu farkedeceksiniz. Ah sizin için korkunç bir tecrübe. Sabırla bekliyorum.
Kolay gelsin.
B.
3 Kasım 2017 Cuma
Kuyu
Kuyudan çıkmayı göze alanlardansanız, üstünüzdeki kir çok da umrunuzda olmuyor. Temizleniyorsunuz öyle ya da böyle. Bir günde veya bir senede çıkmanızın bir önemi yok. Atlatıyorsunuz öyle ya da böyle. Geri dönüp baktığınızda o kuyuya siz içerdeyken taş atanları neden farketmemişim diye kendinize kızıyorsunuz. Ama "neden"i sorgulayabilecek kadar güçlenmişseniz, çok da takılmıyorsunuz isimlere.
Üstünüze basmaya çalışan insanlar.
Siz düşmüşken bir tekme daha vuran insanlar.
Size uzatmaları gereken ellerini, başkalarının saçlarında gezdirmek için kullanan insanlar.
Kaybettiler.
Eğer o kuyudan çıktıysanız öyle ya da böyle. Hepsi kaybetti. Hepsi!
Yanınızda, yakınınızda olsun diye kim varsa çabaladığınız ama giden, hepsi birer birer, teker teker
KAY-BET-Tİ.
Aynı kuyulara düşerler mi bilemem ama, düşerlerse bir taş da ben atarım.
Düşmemek için zor dururlarsa, bir tekme de ben vururum.
Yardım için uzatacağım ellerimle yanımda olanlara tutunmayı tercih ederim artık. Onları daha da çok sevmeyi tercih ederim!
E hayat böyle. Basit denklemler.,
Bir taşı yerinden oynatır, başka yere koyarsanız, o taş 2 senede veya 15 senede farketmez, bir gün gelir, sizi acıta acıta aynı deliğine oturur. İntikamdır adı. Sizden mi gelir, bir başkasından mı önemli değildir. Soğuk mu yenmelidir onu da bilmiyorum ama tadı öyle ya da böyle lezzetlidir. O yüzden o taş için beklenir. İnsanlar yaşattıklarını yaşasınlar diye sessiz bir gülümsemeyle sadece izlenir.
Çünkü kuyudan çıkmayı göze alanlardansanız, üstünüzdeki kir çok da umurunuzda olmaz. Temizlenirsiniz.
Öyle ya da böyle.
Temizlenirsiniz. :)
Üstünüze basmaya çalışan insanlar.
Siz düşmüşken bir tekme daha vuran insanlar.
Size uzatmaları gereken ellerini, başkalarının saçlarında gezdirmek için kullanan insanlar.
Kaybettiler.
Eğer o kuyudan çıktıysanız öyle ya da böyle. Hepsi kaybetti. Hepsi!
Yanınızda, yakınınızda olsun diye kim varsa çabaladığınız ama giden, hepsi birer birer, teker teker
KAY-BET-Tİ.
Aynı kuyulara düşerler mi bilemem ama, düşerlerse bir taş da ben atarım.
Düşmemek için zor dururlarsa, bir tekme de ben vururum.
Yardım için uzatacağım ellerimle yanımda olanlara tutunmayı tercih ederim artık. Onları daha da çok sevmeyi tercih ederim!
E hayat böyle. Basit denklemler.,
Bir taşı yerinden oynatır, başka yere koyarsanız, o taş 2 senede veya 15 senede farketmez, bir gün gelir, sizi acıta acıta aynı deliğine oturur. İntikamdır adı. Sizden mi gelir, bir başkasından mı önemli değildir. Soğuk mu yenmelidir onu da bilmiyorum ama tadı öyle ya da böyle lezzetlidir. O yüzden o taş için beklenir. İnsanlar yaşattıklarını yaşasınlar diye sessiz bir gülümsemeyle sadece izlenir.
Çünkü kuyudan çıkmayı göze alanlardansanız, üstünüzdeki kir çok da umurunuzda olmaz. Temizlenirsiniz.
Öyle ya da böyle.
Temizlenirsiniz. :)
25 Eylül 2017 Pazartesi
Mazi
Çok sever bu şarkıyı. Dinlemeyi de, söylemeyi de. Belki o yüzden gözlerim dolu dolu oluyor dinlerken. Ne zaman umutsuzluğa kapılsam inceden bir saz istiyorum çalıversin, söyleyiversin aynı sözleri. Gözlerim doluyor çünkü dinlemişim de anlamamışım sanki yıllardır. Şimdi birden, ne bileyim bütün sözlere, neyse.
Neredeyse 9 sene olmuş. O gün koşa koşa İstanbuldan gelmiş, U3'te ki dersimde kapıma dayanmıştı. Elinde bir oyuncak bir de 3-5 guaj boya. Çıkmıştım dersten apar topar, "ne oluyor yani? arayıp duruyorsun? ne olmuş?" diye yürürken üstüne, guaj boyaları çıkarıp gülümsemişti "sana aldım, boya yine güzelce diye, kokmazmış da hem" demişti. Ne günler. En net hatırladığım anılarımdandır. Sonra cebinden o malum oyuncağı çıkarmıştı "bak bir de ne aldım" diye parıl parıl parlayan minnacık gözleriyle bana bakarken. :) O oyuncak hala durur salonumuzun en orta yerinde. Wall-E. İlk sinemamızdı, elimi bile tutamamıştı utancından, öyle bir sevmek işte. Ama daha bilmiyorum ben tabi, net bir şeyler konuşulmamış ya hani, bilmiyorum hiç bir şey. Teşekkür edip, sarılıp derse geri dönmüştüm. :) Neredeyse 9 sene bitmiş, hala nasıl hatırlar insan mıh gibi?
Belki de o yüzden bilmiyorum, onsuz sinemaya gidemem. Gitmek de istemem.
Hayatıma girdiği bir günden beri, onsuz sinemaya bir kere bile gitmedim.
Gitmem.
Belki sen büyüyünce güzel burunlu oğlum, belki sen büyüyünce babandan kaçamak yapar, beraber gideriz başbaşa sinemaya, ama başka türlü onsuz sinemaya gitmem! Ömrümün sonuna kadar gitmemem gerekse bile gitmem!
Belki sen gelince oğlum, ondan çok severim seni. Ama sen de bilirsin ki, onu sevdiğim gibi de asla sevemem seni. Kimseyi sevemediğim gibi.
"Fikrimin ince gülü, kalbimin şen bülbülü;
O gün ki gördüm seni, yaktın ah yaktın beni"
15 Ağustos 2017 Salı
Mucize
4,45 cm.
Ölçüyorum. İşaret parmağımın ucundan parmak eklem yerime kadar.
Belki daha da küçük.
Anlamadım nasıl yani? O zaman o gördüğüm ayaklar ne kadar
ki? Kaç mm?
E ama nasıl olur? Daha 10 hafta önce, varlığından bile
habersizdik.
Peki o ayaklar. O kıpırdanmaların, hareketlerin?
**Sen bir mucizesin
çocuk. Sen ben biz. Hepimiz.
Biz mucizeyiz.
Önümüzde hala uzun bir yol var. Belki zorlu. Bir sürü test.
Bir sürü stres anı. Ama ben biliyorum. Hırçınlığını, inatçılığını benden almış
olmasan, böyle sıkı sıkıya tutunmazdın kalbime. Biliyorum aşacağız. İyi veya kötü, HEPSİNİ.
Çünkü.
Biz.
^Mucizeyiz.
31 Temmuz 2017 Pazartesi
Bulut
Mazhar abi o nasıl güzel söylemek;
"Herkes bir parça aldı götürdü benden, ben demeyi bıraktım, yoruldum seni üzmekten"
Aşkın kenarındayız sen sebeple. Bu şarkıyı daha çok dinler söyleriz birlikte.
Sen bizimle kaldıkça, aşktayız, kenarında. Senin kenarında.
|| Şimdiki rüyalarımıza ve yaşanacak gerçeklerimize ||
https://www.youtube.com/watch?v=ACJvOhuPRXE
--
Güzel bebeğim.
Ne zaman dinlesem, rüyalarıma gelişin geliveriyor gözümün önüne. Bu şarkıyı her dinlediğimde, sana kavuşmayı dilemekten daha ötesini yapamıyorum. Her yere yazabilirim. Görmeden aşığım. Aşık oldum. Senden başka hiç birşey düşünemiyorum. Ayaklarım yere basmıyor sanki. Burnunu ağzını merak etmekle geçiyor ömrüm. Çünkü rüyalarımda gözlerini görebiliyorum. İsmini bile şimdiden biliyorum.
Bana "çok erken daha" diyorlar ya. O diyenler daha senin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar. Tattıkları gün, ben demeyeceğim daha çok erken diye onlara. Empati sahibi ya annen hani. Baban da öyle. Her sabah bana kahvaltı hazırlıyor. Evi topluyor. Öperek uyandırıyor. Her gece, gece 00:00 olduğunda, senin ne kadar büyüdüğünü, içerde neler yaşadığını okuyor. Her gece, gece 00:00 olduğunda, seni dinliyorum babandan.
Böyle anne babadan güzelcecik kalpli bir şey olarak çıkıvereceksin ya sadece ondan korkuyorum birazcık. Sana göre çok kirli gelecek bu namussuz Dünya. Sen eğer çevrene saçtığın ışıkla, rengarenk parlar, parlatırsan kirlilikler saklanacak o zaman. O zaman rengarenk olacak gökyüzü.
Ha sen dersen ki, bu grilikler müstehak sizlere, öyle kalırız o zaman.
Sen istersen gökkuşağı çıkar.
Sen istersen yağmur yağar.
Güzel bebeğim.
Ne zaman dinlesem, gülümsetiveriyor bu şarkı beni. Her rengin ömre bedel olacak diye ışıkları şimdiden söndüresim geliyor.
Öyle işte......
--
"Herkes bir parça aldı götürdü benden, ben demeyi bıraktım, yoruldum seni üzmekten"
Aşkın kenarındayız sen sebeple. Bu şarkıyı daha çok dinler söyleriz birlikte.
Sen bizimle kaldıkça, aşktayız, kenarında. Senin kenarında.
|| Şimdiki rüyalarımıza ve yaşanacak gerçeklerimize ||
https://www.youtube.com/watch?v=ACJvOhuPRXE
--
Güzel bebeğim.
Ne zaman dinlesem, rüyalarıma gelişin geliveriyor gözümün önüne. Bu şarkıyı her dinlediğimde, sana kavuşmayı dilemekten daha ötesini yapamıyorum. Her yere yazabilirim. Görmeden aşığım. Aşık oldum. Senden başka hiç birşey düşünemiyorum. Ayaklarım yere basmıyor sanki. Burnunu ağzını merak etmekle geçiyor ömrüm. Çünkü rüyalarımda gözlerini görebiliyorum. İsmini bile şimdiden biliyorum.
Bana "çok erken daha" diyorlar ya. O diyenler daha senin nasıl bir şey olduğunu bilmiyorlar. Tattıkları gün, ben demeyeceğim daha çok erken diye onlara. Empati sahibi ya annen hani. Baban da öyle. Her sabah bana kahvaltı hazırlıyor. Evi topluyor. Öperek uyandırıyor. Her gece, gece 00:00 olduğunda, senin ne kadar büyüdüğünü, içerde neler yaşadığını okuyor. Her gece, gece 00:00 olduğunda, seni dinliyorum babandan.
Böyle anne babadan güzelcecik kalpli bir şey olarak çıkıvereceksin ya sadece ondan korkuyorum birazcık. Sana göre çok kirli gelecek bu namussuz Dünya. Sen eğer çevrene saçtığın ışıkla, rengarenk parlar, parlatırsan kirlilikler saklanacak o zaman. O zaman rengarenk olacak gökyüzü.
Ha sen dersen ki, bu grilikler müstehak sizlere, öyle kalırız o zaman.
Sen istersen gökkuşağı çıkar.
Sen istersen yağmur yağar.
Güzel bebeğim.
Ne zaman dinlesem, gülümsetiveriyor bu şarkı beni. Her rengin ömre bedel olacak diye ışıkları şimdiden söndüresim geliyor.
Öyle işte......
--
29 Haziran 2017 Perşembe
280617
Gece, hayatımızın en güzel gecesiydi.
Senin sayende.
Hem heyecan, hem tatlı bir hüzün, hem korku, hem mutluluk. Hepsini bir arada yaşattın.
İnce çizgiler, silik ikinci çizgiler derken, koşa koşa hastaneye gecenin bir körü gidip kan tahlili yaptıran her anne baba adayı gibiydik biz de.
Tek farkımız, o parkta, 45 dk, sadece bir sayı sonucunu beklerken fruit ninja oynamamızdı. =) Sanırım bu konuda tek olabiliriz. =)
Belki de sana sahip olamayacak kadar çocuğuz hala bilmiyorum. Tek bildiğim seni aslında bu kadar bile çok istediğimizi bilmediğim.
Sonuçları aldığımda, hüngür hüngür ağladım. Hüngür hüngür güldüm. Hüngür hüngürdüm anlayacağın.
Hayatta neye sahip olduysam, hepsine fazla fazla değer vererek kendimi bitirmeye oynadım bugüne kadar. Ama şimdi biliyorum. O değerin en büyüğü sana olacak.
Bütün dualarım tutunman üzerine. Sana çok ihtiyacım var. Lütfen tutun bana. Lütfen..
Sen tutunursan, ben seni bir daha hiç bırakmam! Söz!
Hoş, gel, bebeğim. *
Senin sayende.
Hem heyecan, hem tatlı bir hüzün, hem korku, hem mutluluk. Hepsini bir arada yaşattın.
İnce çizgiler, silik ikinci çizgiler derken, koşa koşa hastaneye gecenin bir körü gidip kan tahlili yaptıran her anne baba adayı gibiydik biz de.
Tek farkımız, o parkta, 45 dk, sadece bir sayı sonucunu beklerken fruit ninja oynamamızdı. =) Sanırım bu konuda tek olabiliriz. =)
Belki de sana sahip olamayacak kadar çocuğuz hala bilmiyorum. Tek bildiğim seni aslında bu kadar bile çok istediğimizi bilmediğim.
Sonuçları aldığımda, hüngür hüngür ağladım. Hüngür hüngür güldüm. Hüngür hüngürdüm anlayacağın.
Hayatta neye sahip olduysam, hepsine fazla fazla değer vererek kendimi bitirmeye oynadım bugüne kadar. Ama şimdi biliyorum. O değerin en büyüğü sana olacak.
Bütün dualarım tutunman üzerine. Sana çok ihtiyacım var. Lütfen tutun bana. Lütfen..
Sen tutunursan, ben seni bir daha hiç bırakmam! Söz!
Hoş, gel, bebeğim. *
26 Haziran 2017 Pazartesi
Dublin
Dublin'deyim.
Sanki seneler geçmemiş gibi, köşede Bülent Abi göz kırpıyor. O bile yaşlandı sayılır. Babam'la çok eskidir ahbaplar. Çok severler birbirlerini. Eskişehir'de kaliteli ne varsa bu adamın eli vardır. Hiç yoksa mutfağına dokunur, muhteşem yapar herşeyi.
Biramı yudumluyorum. Çalışayım diye açtım bilgisayarı ama sıcak çok yorucu. Güzel bir şarkı başladı aklıma o akşam geldi.
Armin elinde su hortumuyla çimleri suluyor. Safa'nın canı peynirli patates çekmiş yine. Dublindeyiz. Gürkan soda söylemiş, Yasin Esin Mert Ogün ben bira içiyoruz. Esin o zaman hamileliğe baya uzak tabi :) Peynirli tırtıklı patates gelir gelmez yumuluyoruz tabi ve hemen bitiyor. İşin garibi Safa çığlığı basıyor, "Bir tane daha gönder Birtan" Armin koşarak geliyor. "Sizin şarkıyı açayım mı?" diyor. "Aç" diye bağırıyorum. Çünkü çok garip değildir ki, müzik işine kafası takık bir ben varım bu grupta. =)
O zamanlar Oscar and the Wolf'u kimse bilmez, biz mekanlarda açtırırız öyle kafalar. :) Açtı şarkıyı (link aşağıda). Geçti su hortumunun başına, "hazır mısınız" falan, "ulan noluyor" derken bizim o hortumla sırılsıklam olmamız bir oldu.
Mekan boş, olsa bile çok umrumuzda değil tabi. Kahkahalar üstüne bir tabak daha patates yemiş sonrasında da köşedeki kokoreççi "by Ramazan"a gitmiştik. Gürkan çok sever diye. Sadece o sever diye birer çeyrek koko da biz yemiştik.
Zaman tatlıca geçiyor gidiyor be çocuklar. Bu akşam yine Dublin'de büyük bir buluşmamız olacak. Armin yok. Suyla ıslatılsak kızarız bile belki, çok büyüdük. Ama elimiz Defne'oşta, gözümüz Ada'mızda olacak. Yine çok güzel, çok eğlenceli bir akşam bizi bekliyor biliyorum.
Sizi çok seviyorum en güzel Ailem. Çok!
Hadi gelin. Hazır masamız =)
şarkı : https://www.youtube.com/watch?v=oIhNoeKFwbE
Sanki seneler geçmemiş gibi, köşede Bülent Abi göz kırpıyor. O bile yaşlandı sayılır. Babam'la çok eskidir ahbaplar. Çok severler birbirlerini. Eskişehir'de kaliteli ne varsa bu adamın eli vardır. Hiç yoksa mutfağına dokunur, muhteşem yapar herşeyi.
Biramı yudumluyorum. Çalışayım diye açtım bilgisayarı ama sıcak çok yorucu. Güzel bir şarkı başladı aklıma o akşam geldi.
Armin elinde su hortumuyla çimleri suluyor. Safa'nın canı peynirli patates çekmiş yine. Dublindeyiz. Gürkan soda söylemiş, Yasin Esin Mert Ogün ben bira içiyoruz. Esin o zaman hamileliğe baya uzak tabi :) Peynirli tırtıklı patates gelir gelmez yumuluyoruz tabi ve hemen bitiyor. İşin garibi Safa çığlığı basıyor, "Bir tane daha gönder Birtan" Armin koşarak geliyor. "Sizin şarkıyı açayım mı?" diyor. "Aç" diye bağırıyorum. Çünkü çok garip değildir ki, müzik işine kafası takık bir ben varım bu grupta. =)
O zamanlar Oscar and the Wolf'u kimse bilmez, biz mekanlarda açtırırız öyle kafalar. :) Açtı şarkıyı (link aşağıda). Geçti su hortumunun başına, "hazır mısınız" falan, "ulan noluyor" derken bizim o hortumla sırılsıklam olmamız bir oldu.
Mekan boş, olsa bile çok umrumuzda değil tabi. Kahkahalar üstüne bir tabak daha patates yemiş sonrasında da köşedeki kokoreççi "by Ramazan"a gitmiştik. Gürkan çok sever diye. Sadece o sever diye birer çeyrek koko da biz yemiştik.
Zaman tatlıca geçiyor gidiyor be çocuklar. Bu akşam yine Dublin'de büyük bir buluşmamız olacak. Armin yok. Suyla ıslatılsak kızarız bile belki, çok büyüdük. Ama elimiz Defne'oşta, gözümüz Ada'mızda olacak. Yine çok güzel, çok eğlenceli bir akşam bizi bekliyor biliyorum.
Sizi çok seviyorum en güzel Ailem. Çok!
Hadi gelin. Hazır masamız =)
şarkı : https://www.youtube.com/watch?v=oIhNoeKFwbE
21 Haziran 2017 Çarşamba
Dönence
Çok zor zamanlar atlattık. Biz onunla çok zor zamanlar atlattık.
Bu sefer geçemeyeceğiz sanırım dediğim bütün yolları onun elini tutarak geçtim. Hepsini.
Hataların üstüne örtü mü örttük, kaldırıp çöpe mi attık bilmem ama, 9 yıllık hayatımızın en zor zamanlarını son 6 aydır yaşadığımız bir gerçek. İstanbul'a ilk geldiğimde buhranlıydım kabul. Haklı haksız bütün sebeplerle kendimi aşağıya çekerdim. Ama son 6 aydır, ben çekmedim kendimi aşağıya. Belki de o ayak bileğimden tutan eli itebilirdim, itmedim tamam. Ama ben çekmedim kendimi kuyulara. Bu birikmişlikler, 27 yılın yorgunluğu, şehir kalabalığı, iş stresi derken kendimi sürekli sakinlik için gittiğim yerlerde ağlarken buldum. Evimin her köşesine matem saldım. Onu, en çok onu yıprattım. Hiç yılmadı. Benim tanıdığım adam zaten yılmazdı, ama benim tanıdığım adam 9 yıl öncedeydi. Bunca sıkıntıya, zorlu yola rağmen bir dakika kendini bırakmadı. Ne kendini ne de beni.
Neyse neyse, fazla söze gerek yok işte. Bir konser hayatımızı değiştirdi. Aslında bizim hayatımızı değil, beni değiştirdi. Ne çok severmişiz birlikte ıslanmayı. Ne çok özlemişiz deliler gibi el ele yağmurda koşturmayı. Özlemek güzel şeymiş şimşek gibi çakıveriyor kafasına kafasına insanın. Reddediyoruz büyümeyi. Reddedicez. O kar yine yağacak, üşürüz diye düşünmeyip koşa koşa atlayacağız üstüne karların. O gök gürleyecek, korkumu ona sarılarak dindireceğim. O Avrupa'ya yine gidilecek, aynı yollar geçilecek, o geceler o gündüzler bütün kötü anıları silecek.
Hatalarımla yüzleşeli çok oldu. Böylesine ölmeler bitmeler ondan ya zaten. Ama "Bitti" dedim. "Ben bitti diyorsam, BİTTİ." Ben öyle dediğimde gözleri parladı. O sarılışı büyülü gibiydi. O büyüyü bozmamak için herşeyi yaparım artık.
Sonsuz kez söyleme kararı aldım. İçimden, dışımdan.
Beni bırakma!
Bu sefer geçemeyeceğiz sanırım dediğim bütün yolları onun elini tutarak geçtim. Hepsini.
Hataların üstüne örtü mü örttük, kaldırıp çöpe mi attık bilmem ama, 9 yıllık hayatımızın en zor zamanlarını son 6 aydır yaşadığımız bir gerçek. İstanbul'a ilk geldiğimde buhranlıydım kabul. Haklı haksız bütün sebeplerle kendimi aşağıya çekerdim. Ama son 6 aydır, ben çekmedim kendimi aşağıya. Belki de o ayak bileğimden tutan eli itebilirdim, itmedim tamam. Ama ben çekmedim kendimi kuyulara. Bu birikmişlikler, 27 yılın yorgunluğu, şehir kalabalığı, iş stresi derken kendimi sürekli sakinlik için gittiğim yerlerde ağlarken buldum. Evimin her köşesine matem saldım. Onu, en çok onu yıprattım. Hiç yılmadı. Benim tanıdığım adam zaten yılmazdı, ama benim tanıdığım adam 9 yıl öncedeydi. Bunca sıkıntıya, zorlu yola rağmen bir dakika kendini bırakmadı. Ne kendini ne de beni.
Neyse neyse, fazla söze gerek yok işte. Bir konser hayatımızı değiştirdi. Aslında bizim hayatımızı değil, beni değiştirdi. Ne çok severmişiz birlikte ıslanmayı. Ne çok özlemişiz deliler gibi el ele yağmurda koşturmayı. Özlemek güzel şeymiş şimşek gibi çakıveriyor kafasına kafasına insanın. Reddediyoruz büyümeyi. Reddedicez. O kar yine yağacak, üşürüz diye düşünmeyip koşa koşa atlayacağız üstüne karların. O gök gürleyecek, korkumu ona sarılarak dindireceğim. O Avrupa'ya yine gidilecek, aynı yollar geçilecek, o geceler o gündüzler bütün kötü anıları silecek.
Hatalarımla yüzleşeli çok oldu. Böylesine ölmeler bitmeler ondan ya zaten. Ama "Bitti" dedim. "Ben bitti diyorsam, BİTTİ." Ben öyle dediğimde gözleri parladı. O sarılışı büyülü gibiydi. O büyüyü bozmamak için herşeyi yaparım artık.
Sonsuz kez söyleme kararı aldım. İçimden, dışımdan.
Beni bırakma!
19 Haziran 2017 Pazartesi
Sütçü
Saat 11:47 falandı. Üretim hattına inmek için önlük, bone vs. tüm gerekli kıyafetleri giydikten sonra derin bir nefes aldım. Üretim koridorlarında geçen 5 yılıma istinaden aldığım bu nefes kendime, kariyerime verdiğim en büyük haksızlıklardan biri. O koridorlarda koştururken hiç düşünmezdim "ya nefessiz kalırsam" diye. Kaldı ki, geceler boyu çalışırdım, hiç de nefessiz kalmazdım.
Aybala Hanım'la aramda geçen bir kaç dakikalık konuşma aklıma geldi. "İnce bir çizgidesin tatlım, o çizgiyi aştığın an seni kimse tutamayacak." demişti. Çizgiler demişken, tavandaki karoları saymaya başladığımı farkettim. Bütün fabrikalarda olur bu karolardan. Hiç bir işe de yaramazlar. Bir yağmur yağsın, hemen damlatırlar. Karoların düzenine bakınca, düzensizliğime güldüm. "Sen o düzensizliğe, düzen getirebilmiş nadir mühendissin. Hala senin düzeninden gidiyoruz, kendini mi düzeltemeyeceksin." demişti Aybala.
Süt sektörünün içine doğmuşum gibi hissediyordum. Ama aslında oraya ait değilmişim de gibi. Bugün olsa yine süt sektöründe çalışır mıydım? "Hayır" cevabım. Peki ne yapardım? "Bilmiyorum." Nasıl bilmem?
Yaşam koçlarının anlattıkları ve net oldukları tek bir şey var. "Hayatınızı kontrol etmeye çalışmayın." Ben hayatımı kontrol altında tutucam diye delirdim 28 yılda. Siz neden bahsediyorsunuz? Bu saatten sonra kontrol altına alamadıklarım içimi gıcıklarken, nasıl birden değişip kontrolü yukarıya bırakayım?
Düşünceler beynimi adeta yakarken aşağı inmiş bulundum. Kapıdan üretim koridoruna çıktım. Hani şu dün geceden beri beni öldüreceğini(!) düşündüğüm koridora. Derin bir nefes daha aldım.
Durdum.
Bir nefes daha.
Durdum.
Gülümseme geldi. Birden. Şaşkınlıkla yanımda üretimci arkadaşlardan biri geçti. "Hayırdır Burcu Hanım" dedi. Bir şey yok der gibi kafa salladım. Gülümsemeye devam ediyordum.
Nefes alıyorum diye gülümsemedim. O süt kokusu ciğerlerime dolunca saçma bir gülme geldi içimden. Neden diye sormayın ben de bilmiyorum. Aslında biliyorum. O koku bana 6 yıl öncesini, 6 yıl önceden devam eden 5 yılı anımsattı diye gülmüştüm. Ama onca gözyaşına bu gülümseme küfür gibiydi.
Ve tekrar düşündüm.
"Asla kurtulamıcam ya" dedim. "Ben buyum işte. Sütçüyüm.(!) Ve asla kurtulamıcam."
Kontrolü bırakmanın tam zamanıydı şimdi.
Beni burada bırakın!!! diye bağırıcam sanırım en kısa zamanda. Tam burda. Burda!
12:19
Aybala Hanım'la aramda geçen bir kaç dakikalık konuşma aklıma geldi. "İnce bir çizgidesin tatlım, o çizgiyi aştığın an seni kimse tutamayacak." demişti. Çizgiler demişken, tavandaki karoları saymaya başladığımı farkettim. Bütün fabrikalarda olur bu karolardan. Hiç bir işe de yaramazlar. Bir yağmur yağsın, hemen damlatırlar. Karoların düzenine bakınca, düzensizliğime güldüm. "Sen o düzensizliğe, düzen getirebilmiş nadir mühendissin. Hala senin düzeninden gidiyoruz, kendini mi düzeltemeyeceksin." demişti Aybala.
Süt sektörünün içine doğmuşum gibi hissediyordum. Ama aslında oraya ait değilmişim de gibi. Bugün olsa yine süt sektöründe çalışır mıydım? "Hayır" cevabım. Peki ne yapardım? "Bilmiyorum." Nasıl bilmem?
Yaşam koçlarının anlattıkları ve net oldukları tek bir şey var. "Hayatınızı kontrol etmeye çalışmayın." Ben hayatımı kontrol altında tutucam diye delirdim 28 yılda. Siz neden bahsediyorsunuz? Bu saatten sonra kontrol altına alamadıklarım içimi gıcıklarken, nasıl birden değişip kontrolü yukarıya bırakayım?
Düşünceler beynimi adeta yakarken aşağı inmiş bulundum. Kapıdan üretim koridoruna çıktım. Hani şu dün geceden beri beni öldüreceğini(!) düşündüğüm koridora. Derin bir nefes daha aldım.
Durdum.
Bir nefes daha.
Durdum.
Gülümseme geldi. Birden. Şaşkınlıkla yanımda üretimci arkadaşlardan biri geçti. "Hayırdır Burcu Hanım" dedi. Bir şey yok der gibi kafa salladım. Gülümsemeye devam ediyordum.
Nefes alıyorum diye gülümsemedim. O süt kokusu ciğerlerime dolunca saçma bir gülme geldi içimden. Neden diye sormayın ben de bilmiyorum. Aslında biliyorum. O koku bana 6 yıl öncesini, 6 yıl önceden devam eden 5 yılı anımsattı diye gülmüştüm. Ama onca gözyaşına bu gülümseme küfür gibiydi.
Ve tekrar düşündüm.
"Asla kurtulamıcam ya" dedim. "Ben buyum işte. Sütçüyüm.(!) Ve asla kurtulamıcam."
Kontrolü bırakmanın tam zamanıydı şimdi.
Beni burada bırakın!!! diye bağırıcam sanırım en kısa zamanda. Tam burda. Burda!
12:19
23 Mayıs 2017 Salı
Misto
"Eskiden hayat ile ilgili nelerden zevk alırdın" diye sordu.
Düşündüm.
"Sütlü kahve" dedim. "Nasıl yani" dedi. "Baya sütlü kahve işte" dedim. "Starbucks olursa ne âlâ. Hatta mevkii Bebek."
Gülümsedi.
"Peki ya şimdi Burcu, şimdi neden zevk almıyorsun."
Düşündüm. Evet, kahveyi artık sütlü içmiyordum. Nedeni de yoktu hani. İş yerinde sütü kaynatamıyorum ve filtre kahveye soğuk süt koyunca da kahvem soğuyor diye, sütsüz kahveye alışmıştım. Ama bu nasıl söylenir ki?
"Artık sütsüz içiyorum." dedim. "Neden" dedi.
"Bilmem, alıştım." dedim. "Neden" dedi.
"Alışmam gerekiyordu" dedim. Yine "Neden" dedi.
Derin bir nefes aldım, ne diyebilirdim ki, sütün kaynama noktasından, yerçekiminden veya kahve çekirdeklerinin türlerinden mi bahsetseydim.
"Bilmiyorum." dedim.
"Şimdi burdan çıkınca bir Starbucks'a gidiyorsun ve o çok severek içtiğin Misto'dan (sütlü kahve dedi ama Starbucks dilinde bu Misto'dur.) sipariş edip, tadını çıkarıyorsun." dedi.
"Neden" dedim.
"Değişim insanlar içindir, ama sadece istediklerinde" dedi.
Haklıydı. Hayatımdaki bir çok şeyi, !ben istedim! diye değil, farketmeden, sevmeden, seviyor gibi yaparak alışmıştım. Buna bir dur demeliydim.
Buhranlar bundan mıydı? Kalabalıktan neden yoruluyorum peki? diyemeden bir boğaz temizleme öksürüğü geldi ve..
"İyi olacaksın. Sadece seni tutmaya çalışanlara tutun. İyi olacaksın." cümlelerini duymam bir oldu.
Kapıdan çıkarken düşündüm. Aşağıda beni tutmaya çalışan bir adam bekliyordu. Bir diğeri ise beş yüz kez aramıştı bile. Arabaya bindim. "Pencerenin dışında ne var sence" dediğinde "kalabalık" cevabı verdiğim pencerenin sokağına yöneldik. Pek kalabalık da sayılmazdı. Kurguladığım bir çok şeyin yalandan ibaret olduğunu hissederek, "Starbucks'a gidelim mi?" dedim.
Starbucks'tayım.
Bebekte.
Misto içiyorum.
Gözyaşım damla halinde dokunsalar ağlarım. Dokunmuyorlar neyse ki ve en azından içime akıtmıyorum.
Özlemişim diye bağırmak istiyorum.
Farkına varmaktan bile utana sıkıla ÖZLEMİŞİM diye bağırmak.
Misto güzel şey, ben de bir zamanlar güzeldim.
Döndüysem bugün ona, bana da dönecek elbet bütün kopan parçalar.
Zaman.
Biraz zaman.
16:40 ~
Düşündüm.
"Sütlü kahve" dedim. "Nasıl yani" dedi. "Baya sütlü kahve işte" dedim. "Starbucks olursa ne âlâ. Hatta mevkii Bebek."
Gülümsedi.
"Peki ya şimdi Burcu, şimdi neden zevk almıyorsun."
Düşündüm. Evet, kahveyi artık sütlü içmiyordum. Nedeni de yoktu hani. İş yerinde sütü kaynatamıyorum ve filtre kahveye soğuk süt koyunca da kahvem soğuyor diye, sütsüz kahveye alışmıştım. Ama bu nasıl söylenir ki?
"Artık sütsüz içiyorum." dedim. "Neden" dedi.
"Bilmem, alıştım." dedim. "Neden" dedi.
"Alışmam gerekiyordu" dedim. Yine "Neden" dedi.
Derin bir nefes aldım, ne diyebilirdim ki, sütün kaynama noktasından, yerçekiminden veya kahve çekirdeklerinin türlerinden mi bahsetseydim.
"Bilmiyorum." dedim.
"Şimdi burdan çıkınca bir Starbucks'a gidiyorsun ve o çok severek içtiğin Misto'dan (sütlü kahve dedi ama Starbucks dilinde bu Misto'dur.) sipariş edip, tadını çıkarıyorsun." dedi.
"Neden" dedim.
"Değişim insanlar içindir, ama sadece istediklerinde" dedi.
Haklıydı. Hayatımdaki bir çok şeyi, !ben istedim! diye değil, farketmeden, sevmeden, seviyor gibi yaparak alışmıştım. Buna bir dur demeliydim.
Buhranlar bundan mıydı? Kalabalıktan neden yoruluyorum peki? diyemeden bir boğaz temizleme öksürüğü geldi ve..
"İyi olacaksın. Sadece seni tutmaya çalışanlara tutun. İyi olacaksın." cümlelerini duymam bir oldu.
Kapıdan çıkarken düşündüm. Aşağıda beni tutmaya çalışan bir adam bekliyordu. Bir diğeri ise beş yüz kez aramıştı bile. Arabaya bindim. "Pencerenin dışında ne var sence" dediğinde "kalabalık" cevabı verdiğim pencerenin sokağına yöneldik. Pek kalabalık da sayılmazdı. Kurguladığım bir çok şeyin yalandan ibaret olduğunu hissederek, "Starbucks'a gidelim mi?" dedim.
Starbucks'tayım.
Bebekte.
Misto içiyorum.
Gözyaşım damla halinde dokunsalar ağlarım. Dokunmuyorlar neyse ki ve en azından içime akıtmıyorum.
Özlemişim diye bağırmak istiyorum.
Farkına varmaktan bile utana sıkıla ÖZLEMİŞİM diye bağırmak.
Misto güzel şey, ben de bir zamanlar güzeldim.
Döndüysem bugün ona, bana da dönecek elbet bütün kopan parçalar.
Zaman.
Biraz zaman.
16:40 ~
17 Mayıs 2017 Çarşamba
Gidebilirsem
Uyumak için yatakta dönüp dururken kalp sesinizi duymak kadar iğrenç bir şey yok sanırım.
O ses uyutmaz insanı, ve normal değildir de zaten.
Geçtiğimiz aylarda yaşadığım travmatik olayların üstünden sadece bir kaç ay, bir kaç gün, bir kaç dakika geçti. Üstelik zamanın bambaşka bir boyut olduğunu tam da anlamışken böyle yavaş geçmesini algılayamadığım anlarda geçen, bir kaç dakika işte.
Ne gariptir ki, insanın sadece kendiyle çözebileceği sorunları olduğunda, bunu anlayıp, başka hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşamaya gayret ettiği, bir nebze nefes alıp, bir de utanmadan o nefesi verdiği zamanlardayım. Ne bir dosta, ne bir yazıya, ne de bir düzene ihtiyacım var. Kimsesizliğe, yalnızlığa en çok da sessizliğe ihtiyaç duyuyorum.
Bilerek ve isteyerek oraya kendimi sürüklüyorum.
Bir sürü insanla, bir sürü yazıyla ve birden çok düzenle baş etmek yormuş olucak ki, şimdilik böyle yaşamak kolayıma geliyor.
Ve kalp atışlarımı duymamak için dua ediyorum.
Uyuyamamak zor zanaat. Hele ki bir de konuşmak istemeyip, sadece uyumak isterken, uyuyamamak..
Umarım hiç biriniz, dostum düşmanım hiç biriniz, bu kadar çaresiz ve akıl dışı bir durumla karşılaşmazsınız. Zira halim içler acısı da olsa, hala dimdik ayakta durmaya çalışmak bünyemi zorluyor ve kalbime vuruyor. Heyecan gibi bir kalp atışı ama, aslında hastalıklı ruh halimin en büyük yan etkisi. Öyle bir yan etki ki, ne iç huzurumu yakaladığımda geçiyor, ne de sakinleşmeye çalışıp unuttum sandığım da.
- İyileşmeliyim.
Uğraştığım bir sürü sağlık probleminden bahsetmiyorum. Ruhumdan, ruhumun derinliklerinde beni mahveden hastalığımdan bahsediyorum.
Uykum bölük bölük. Kötü rüyalar, hep aynı rüyalar tekrarlıyor. Bütün oklar depresyonu gösteriyor, sessizce okları geri çevirmeye çabalıyorum. Ne bir alkol eylemiyle, ne bir küfürle, ne de bir sinir harbiyle iyileşmeye çalışıyorum. Ne bir dostla, ne bir sevgiyle, ne de büyük bir mutlulukla iyileşemem artık.
Korkutuyor biliyorum. Etrafımda olan herkesi bu sessizliğim korkutuyor. Ben de bu zamanlarda çoğunlukla kendimden korkuyorum. Sigara yakarken söndüreceğim anı düşünüyorum. Araba kullanırken aniden durmak istiyorum. Güneş batacaksa derinleşiyorum, karanlık çöktüğünde havaya değil de sanki omuzlarıma çöküyor gibi hissediyorum.
Yüzleştiklerim kulağıma sessizce "Beni benimle bırak giderken" diyor.
Bense yüksek sesle, "Gidebilirsem" diyorum...
"Ah bir gidebilirsem, gideceğim!!!"
O ses uyutmaz insanı, ve normal değildir de zaten.
Geçtiğimiz aylarda yaşadığım travmatik olayların üstünden sadece bir kaç ay, bir kaç gün, bir kaç dakika geçti. Üstelik zamanın bambaşka bir boyut olduğunu tam da anlamışken böyle yavaş geçmesini algılayamadığım anlarda geçen, bir kaç dakika işte.
Ne gariptir ki, insanın sadece kendiyle çözebileceği sorunları olduğunda, bunu anlayıp, başka hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşamaya gayret ettiği, bir nebze nefes alıp, bir de utanmadan o nefesi verdiği zamanlardayım. Ne bir dosta, ne bir yazıya, ne de bir düzene ihtiyacım var. Kimsesizliğe, yalnızlığa en çok da sessizliğe ihtiyaç duyuyorum.
Bilerek ve isteyerek oraya kendimi sürüklüyorum.
Bir sürü insanla, bir sürü yazıyla ve birden çok düzenle baş etmek yormuş olucak ki, şimdilik böyle yaşamak kolayıma geliyor.
Ve kalp atışlarımı duymamak için dua ediyorum.
Uyuyamamak zor zanaat. Hele ki bir de konuşmak istemeyip, sadece uyumak isterken, uyuyamamak..
Umarım hiç biriniz, dostum düşmanım hiç biriniz, bu kadar çaresiz ve akıl dışı bir durumla karşılaşmazsınız. Zira halim içler acısı da olsa, hala dimdik ayakta durmaya çalışmak bünyemi zorluyor ve kalbime vuruyor. Heyecan gibi bir kalp atışı ama, aslında hastalıklı ruh halimin en büyük yan etkisi. Öyle bir yan etki ki, ne iç huzurumu yakaladığımda geçiyor, ne de sakinleşmeye çalışıp unuttum sandığım da.
- İyileşmeliyim.
Uğraştığım bir sürü sağlık probleminden bahsetmiyorum. Ruhumdan, ruhumun derinliklerinde beni mahveden hastalığımdan bahsediyorum.
Uykum bölük bölük. Kötü rüyalar, hep aynı rüyalar tekrarlıyor. Bütün oklar depresyonu gösteriyor, sessizce okları geri çevirmeye çabalıyorum. Ne bir alkol eylemiyle, ne bir küfürle, ne de bir sinir harbiyle iyileşmeye çalışıyorum. Ne bir dostla, ne bir sevgiyle, ne de büyük bir mutlulukla iyileşemem artık.
Korkutuyor biliyorum. Etrafımda olan herkesi bu sessizliğim korkutuyor. Ben de bu zamanlarda çoğunlukla kendimden korkuyorum. Sigara yakarken söndüreceğim anı düşünüyorum. Araba kullanırken aniden durmak istiyorum. Güneş batacaksa derinleşiyorum, karanlık çöktüğünde havaya değil de sanki omuzlarıma çöküyor gibi hissediyorum.
Yüzleştiklerim kulağıma sessizce "Beni benimle bırak giderken" diyor.
Bense yüksek sesle, "Gidebilirsem" diyorum...
"Ah bir gidebilirsem, gideceğim!!!"
29 Nisan 2017 Cumartesi
Renk
Yanyana yakışmayacak bütün renkleri, yanyana boyamışlar gibi.
Hayatımdan bahsediyorum. Benden.
Burcu öyle bir şey gibi. Yanlış renk seçiminden hallice yani.
10 Nisan 2017 Pazartesi
Sensiz Olmaz
Herşey o bayrağın altındaki kuytu köşeye çekilip, sakince kendimle konuşmamla başlamıştı. Gecenin saati, ayın yönü önemli olmuyordu. Bulut varmış, yağmur yağmış, umursamazdım. Sonuçta ordaydı, ya aşağıda ya yukarda, orda bir yerlerde. Ne zaman çok yalnız hissetsem, kendimle değil de onla konuşurmuşum hissi kaplardı içimi. Yollar beni Eskişehirden koparttığında, bir İstanbul akşamında, gözüme göz kırptı. Ben hala burdayım der gibi. Peşinden yakamozunu da getirmişti ama çok da umurumda değildi. Sevmek fazlalıkları gerektirmezdi çünkü, varlık yeterdi. İçim rahatlamıştı o an. Hiç ayrılmayacaktık.
Ay, dede olduğundan beri armağan gibi bana. O ışığı ne zaman görsem içime bir umut saplanıyor o yüzden. O umut da alıyor beni hep aynı şarkıya götürüyor.
"Sensiz olmaz."
9 Nisan 2017 Pazar
27
Çocukken hayatı çiçek bahçesi gibi algılıyoruz sanırım. Her yer çiçek, rengarek. Hiç solmayacaklarmış gibi hani.
Sonra büyümeye başlayınca, çiçeklerin yavaş yavaş soluşuna şahit oluyoruz. Solan her çiçek ardında korkan bedenler bırakmaya başlıyor. Zaman hızlıca akıp giderken hayatın o çiçek bahçesinden ibaret olmadığını yüzüne vuruyor insanın. Anlıyor ama sindiremiyor insan. Çiçek bahçesi, bataklığa dönüşüveriyor. Bataklıkta açmış bir kaç çiçek solmasın diye onlara tutunmaktan başka çare bırakmıyor insana.
Sindirmek lazım o bataklığı, büyümenin en kötü yanı o bataklık. Ve tutunmak lazım o çiçeğe, miniminnacık bile olsa umut veriyor diye. 🍀
8 Nisan 2017 Cumartesi
Boş
"Biz bu acıları" dedi karşımdaki kadın, "Ne için çekiyoruz Burcu?"
Zor soruydu, belki de son zamanların en ağır sorusu. "Hangi acıları?" diyemedim. Çünkü gözlerimden anlar bir yanı vardı. Yalan söyleyemezdim gözlerine baka baka. Uzun süredir beklediğim bakışları bulmuştum, yalanla kaybetmemeliydim. "Boşver" dedim. Klasik konu kapatma çabalarıyla. "Boşvermek diye bir şey olamaz, ben hiç boşveremem ki" dedi. Ama bu sefer cevabım hazırdı.
"Öyle de güzel oluyormuş ki, bu acıları bu yüzden çekiyorum. Hayatta boşverilmek var, ama sen hiç boşverme!" dedim.
"Ne mutlu senin seveceğin kadına" da dedim, ama içimden. Çünkü bu geleceği ne kendi biliyordu, ne de o kadın. Henüz bulamamıştı herhalde. Ama elbet bulacaktı.
Yıllarca İstanbul’da böyle masalarda çok oturmuştum. Ama ne o kadınlar gibi gülenine, ne de o adam gibi sahiplenenine Eskişehir’den beri rastlamamıştım. Kaybetmemek mottom oldu o kadınları da, o adamı da. Üstelik bundan haberleri bile yoktu.
Yıllarca İstanbul’da böyle masalarda çok oturmuştum. Ama ne o kadınlar gibi gülenine, ne de o adam gibi sahiplenenine Eskişehir’den beri rastlamamıştım. Kaybetmemek mottom oldu o kadınları da, o adamı da. Üstelik bundan haberleri bile yoktu.
Onlar sadece tek bir şey yaptı.
Boşvermediler.
Siz de sadece boşvermeyin.
Çünkü değer. Değer evet biliyorum. Boşvermemeye değer.
İyi uykular.
5 Nisan 2017 Çarşamba
K
Korkak, küstah, karaktersiz.
K ile başlayan bir sürü kötü kelime yazabilirim evet. Neye yarar peki? Okuduğunuzda anlamayacaksanız hiç bir şeye.
Yaşama sevincini kaybetmiş bir insana sadece acıdığınız için gelirseniz korkaksınızdır.
Her cümleye kendinizi savunacak yalanlarınız varsa küstah.
Ve birinin başlı başına bütün duygularıyla oynacak bir insansanız da karaktersiz.
Kadınım ben. Kadın.
O da K ile ama, güzellik demek. Kadın olsaydınız keşke, adam demezdim. Onu demeyince de biraz hafiflerdi suçlarınız. Ama ben en yüksek yere astığım şeyi indirmesini de bilirim. Bildim.
Artık adam demeyeceğim.
3 Nisan 2017 Pazartesi
April
Güzel bir tını, kulaklarınızın pasını silmenin ötesinde kalbinize umut doldurabilir.
Güzel bir adam/kadın da öyle. Bütün paslarınızı alır götürür, yerine yeni paslar getirmediği sürece de gayet umutludur.
Bence güzel olan herşey insanlar için umuttur. Bizler biraz bilsek güzel olanların saçlarına tutunmayı, tokalardan ötesi olabiliriz. Yıldızlar da düşer saçlara, görmeyi bilirsek neden olmasın? Bir rüzgar esintisi Bodrum'u anımsatır, bir koku kalbi uçurur. Güzel bir adam/kadın, Bodrum'un rüzgarı gibi, sevdiğinin kokusu gibi, farketmez, umut dolduruverir insanın her hücresine.
O güzelliklere yıldızlara bağlanmak kadar bağlanmalısındır. Ya da güzel olan herşeyi sevmelisindir. Evet bu "gereklilik"tir. Belki de tek gereklilik. Umut bağlanmak olmalıdır hayata. Bağlanmanın ipleri, güzelliklerdir ve üşenmeden tek tek bulmalıdır onları. O zaman ardısıra gelir güzellikler. Kadınlar, adamlar, rüzgarlar, kokular geliverir. Yıldızlar saçlarda görünür. Veya tınılar kalp kütletir.
Nisan güzel geldi. Umutlu.
Herşey güzel olacak.
Yaz geliyor. Ve evet yaz güzel olacak.
Güzel adamlar/kadınlar, güzel uykular.
En az ben kadar umutla dolmanız dileğiyle. ☺️🙏🏻
Bub*
26 Mart 2017 Pazar
Sıcaksular
Gürkanla aynı sırada oturduğumuz dönemlerdi. Duman yeni albüm yapmış, yalnızlık paylaşılmaz deyip duruyor. Yaş 16-17, ne anlıyorsak yalnızlıktan. Dertlenir dururduk. Biz o anlarda başlamıştık yalnızlığı paylaşmaya, sadece anlamamışız işte.
Yıllar yılları sürükledi geçti. Üniversiteden öyle bir döndüm ki, romanlar yazsa çok satanlara girer. Gürkan'dan Safa'dan Ogün'den Yasin'den başka sanki kimsem yoktu. Her akşam onlarla bir kahve ya da bir duble viski içmeden rahat uyuyamazdım. Masaya çakılan kadehleri izlerken içime dolardı gözyaşları akıtamazdım. Ne demek istediklerini anlardım ama konuşamazdım bazen. Olmayanları anmayı onlardan öğrendim ben. Onlarla doğdum büyüdüm sanki, onlarla öğrendim yemeği içmeyi. Volta atmayı, araba kullanmayı, gerekene dayılanmayı, icabında küfür etmeyi de onlarla öğrendim.
Boğazım düğümleniyor. Ne zaman o sıcaksular otoparkında içtiğim çayların tadı ağzıma gelse, yutkunamıyorum. Ne zaman hamamyolunun kokusu burnuma dolsa, ne zaman bir müzik tınısı bizim adamların danslarını hatırlatsa, yutkunamıyorum.
Belki de o düğümlerden anlatamıyorum yalnızlığımı.
Et tırnaktan ayrılır mı oğlum?
AYRILDIM ben.
Şimdi şarkıdaki gibi işte herşey. O yalnızlık artık paylaşılamıyor.
27 Şubat 2017 Pazartesi
Yangın
Yangın yeri nasıl oluyor biliyor musunuz?
Kendinize kızdıklarınız birikince oluyor.
Yangın kalbinizi bir alıveriyor, kül üstüne kül bırakmıyor.
Gözyaşları da söndürmüyor.
Ah kalbim. Çok kızgınım.
Bu sefer çok kızgınım.
20 Şubat 2017 Pazartesi
Ait
Az önce ne oldu biliyor musunuz?
Bir grup var. Yeni nesil, whatsapp grubu işte, anlayın. Ne ara oraya girdim, nasıl beni bu kadar birden aldılar aralarına onu bile çözemedim hala ama. Eskişehir'e gittiğimi söyledim. Kar buz yollardan konu açıldı. Dikkatli ol. Senin ve baban için dua edicez. Sağ salim git gel. Dönüşte zaten yeni yıla beraber gireceğiz. İyi haberlerle dön.
Sonra...
Sonra. Ya anlatamıyorum işte. Çok güzel bir şey oldu. Birden. Kalbime bir ışıklı büyü çubuğuyla dokunulmuş gibi. Aidiyet duygusu işte. Anlatamam ki. Anlatamadım.
Böyle birileri için sevinmeyi yeri gelince onlarla üzülmeyi, telaşlanmayı o kadar çok seviyorum ki. Birileri de benim için öyle olunca, gözlerim doluveriyor.
John Lennon dan da dolmuş olabilir gözlerim. Lapa lapa kar yağıyor, belki de ondan.
Onca duygunun içinde en güzeli o aidiyet duygusu be arkadaşlar. Bir yere birine bir şeylere ait olma duygusu. Hani şu anlatamadığım. :')
Teşekkür ederim. Muhtemelen okumayacaksınız bunu biliyorum ama. Ben unutmam bu duyguyu bir daha. Unutsam da hatırlayayım diye yazdım. Anlatamadım ama yazdım. Teşekkür ederim. ❤️
"New Years Eve" kızlarına ithafen 🎈
17 Şubat 2017 Cuma
Değer •
Keşke olsaydı da nerede olduğumu haber verebilseydim diyor musunuz?
"Ben geldim" diyebilecek kimseniz olmadığında anlarsınız.
Kıymet bilin.
Değer.
Evet bir tek kıymete değer.
16 Şubat 2017 Perşembe
Ne âlâ!
Hayatıma ucundan kıyısından bir şekilde dokunmuş insanların her birine bir şeyler öğretmiş olmakla övünmek isterdim ancak ne yazık ki çok yorgunum. Bir çoğunun sevmeyi senden öğrendim demesi canımı yakıyor. Geleceği görebilmeye başladım artık. Hep yanındayken değer bilmeyenlerin, uzaklaşınca seni değerli kılmasına şahit olmaktan yoruldum. Bir yerlerde yanlış yapıyorum, nerde nerde diye sorgulayarak uykularımı kaçırıyorum, yorgunluğumda uyumayınca geçmiyor işte.
Zincirleme reaksiyonlarla dolu hayatımız ve maalesef bir başladı mı öyle bir peşpeşe geliyor ki, ne durdurabiliyorsun, ne yavaşlatabiliyorsun. O kelimelerin içindeki "-e bilmek" de külliyen yalan. Ability dediğimiz şey güçle sınırlıdır ya ve güçlü her bir insanın yapabileceği gibi bir çok şeyi başından durdurabilecek kapasitede olduğumu biliyorum. "Neden" diye belki de durdurmadığım reaksiyonlara odaklanmalıyım. Durduramadığım değil.
Beyin oyunları diye çevirmek lazım filmin adını, açlık bile beyinden geliyor. Kimisi sevgiye aç, kimisi sevişmeye. Kiminin karnı tok, gözü aç. Bilmiyorum bunca şeyin arasında bunlara kafa yormaya nasıl vakit buluyor ve sorguluyorum. Belki de ben de açlığımı böyle yatıştırıyorum. Sayfalar dolusu kitaptan öğrendiğim bir kaç kelimeyi, yanyana koyup anlam kazandırmaya çalışıyorum. Üstelik olanlar olmayanlara özenirken, ordan bir yerlerden kıyaslanmalara tabi tutuluyorum. Ben tutunacak bir dal bulduğumda, o dal kendi kendini koparacak diye beklemeye öyle alışmışım ki. Dengesizliklerim, tutarsızlıklarım hep ondan. Dalın da pek bir suçu yok. Kimse benim verebildiğimi veremiyor işte. Beklentilerim yüksek. E hal öyle olunca da kopuveriyor dallar. Hayat da öyle.
İşin boktan yanı, okuyor ama anlamıyorsunuz. Hiç olmadı, okumuyorsunuz. "Unfollow" et geç.
Neyse işte, ne farkeder.
Yanında olduğum süreçlerde değerimi bilememiş bütün insanlarla tek tek konuşmak istiyorum. Ben hiç bir şey için, özellikle biten hiç bir şey için üzülmedim hayatımda. Anımı, vicdanımı hür tuttuktan sonrası beni ilgilendirmiyor çünkü. Yapılan ve yapacağınız hatalar teker teker değerlerinizi düşürürken, rol yapmayı tercih edebilirim ben. Ve maalesef garanti edemiyorum aksini. Siz yerken o rolleri, ne güzel seviyor bu kız diyorsunuz, İçerilerimse yemiyor işte. Ben kendimi kandıramıyorum artık. Ben yanınızdayken bilmediğiniz değerler için sonra sonra karşıma geçip, ama şöyle ama haklısın ama bu demek yerine susmayı tercih ederseniz taraflar olarak daha az yıpranırız. Ben ordayken, değerimi bilirseniz zaten bunları.... konuşmayız bile. Yanındayken değer anlamayanlar var. Hep olacak. Ama benden yana ipler artık daha çabuk kesiliyor. Çünkü karşınızdaki kadın, yorgun, tecrübeli, ve maalesef... Maalesef "ben üzülecek kadın değildim" cümlesini geçmiş hayatında milyarlarca kez kurmuş biri.
Yani şöyle, karşınızdaki kadın bu hikayeyi biliyor. Milyon kez okumuş. O gülen, gülümseyen, gelen, koşan, seven, ölen, değer veren, kalbi bedeninden taşan, koca gözlü kadın, sadece bir kaç ay, hafta, gün kadar sonra s*ktir olup gidebilir. Çünkü sevgi onun için onun sizi sevdiği kadar olmayı geçemez artık. Diğerleri gibi olamaz.
Anlamadıysanız ve isterseniz eğer mükemmel bir betimlemeyle yazımı bitireyim. Akılda kalıcı olmak adına yani.
Kendimi zaman gibi görüyorum.
Kendimin, değerimin farkındayım.
Çünkü ne zaman istersem, hep daha fazlasını alabiliyorum.
Kendimden, çevremden, evimden.
Ha zaman demişken, benzeriz evet.
Ellerinizden kayıp gider hani.. anlayamazsınız.
Ve tutamazsanız öyle ya da böyle üzülürsünüz. İkinci bir şansınız olmaz.
Tutabilirseniz de "ne âlâ".
Zincirleme reaksiyonlarla dolu hayatımız ve maalesef bir başladı mı öyle bir peşpeşe geliyor ki, ne durdurabiliyorsun, ne yavaşlatabiliyorsun. O kelimelerin içindeki "-e bilmek" de külliyen yalan. Ability dediğimiz şey güçle sınırlıdır ya ve güçlü her bir insanın yapabileceği gibi bir çok şeyi başından durdurabilecek kapasitede olduğumu biliyorum. "Neden" diye belki de durdurmadığım reaksiyonlara odaklanmalıyım. Durduramadığım değil.
Beyin oyunları diye çevirmek lazım filmin adını, açlık bile beyinden geliyor. Kimisi sevgiye aç, kimisi sevişmeye. Kiminin karnı tok, gözü aç. Bilmiyorum bunca şeyin arasında bunlara kafa yormaya nasıl vakit buluyor ve sorguluyorum. Belki de ben de açlığımı böyle yatıştırıyorum. Sayfalar dolusu kitaptan öğrendiğim bir kaç kelimeyi, yanyana koyup anlam kazandırmaya çalışıyorum. Üstelik olanlar olmayanlara özenirken, ordan bir yerlerden kıyaslanmalara tabi tutuluyorum. Ben tutunacak bir dal bulduğumda, o dal kendi kendini koparacak diye beklemeye öyle alışmışım ki. Dengesizliklerim, tutarsızlıklarım hep ondan. Dalın da pek bir suçu yok. Kimse benim verebildiğimi veremiyor işte. Beklentilerim yüksek. E hal öyle olunca da kopuveriyor dallar. Hayat da öyle.
İşin boktan yanı, okuyor ama anlamıyorsunuz. Hiç olmadı, okumuyorsunuz. "Unfollow" et geç.
Neyse işte, ne farkeder.
Yanında olduğum süreçlerde değerimi bilememiş bütün insanlarla tek tek konuşmak istiyorum. Ben hiç bir şey için, özellikle biten hiç bir şey için üzülmedim hayatımda. Anımı, vicdanımı hür tuttuktan sonrası beni ilgilendirmiyor çünkü. Yapılan ve yapacağınız hatalar teker teker değerlerinizi düşürürken, rol yapmayı tercih edebilirim ben. Ve maalesef garanti edemiyorum aksini. Siz yerken o rolleri, ne güzel seviyor bu kız diyorsunuz, İçerilerimse yemiyor işte. Ben kendimi kandıramıyorum artık. Ben yanınızdayken bilmediğiniz değerler için sonra sonra karşıma geçip, ama şöyle ama haklısın ama bu demek yerine susmayı tercih ederseniz taraflar olarak daha az yıpranırız. Ben ordayken, değerimi bilirseniz zaten bunları.... konuşmayız bile. Yanındayken değer anlamayanlar var. Hep olacak. Ama benden yana ipler artık daha çabuk kesiliyor. Çünkü karşınızdaki kadın, yorgun, tecrübeli, ve maalesef... Maalesef "ben üzülecek kadın değildim" cümlesini geçmiş hayatında milyarlarca kez kurmuş biri.
Yani şöyle, karşınızdaki kadın bu hikayeyi biliyor. Milyon kez okumuş. O gülen, gülümseyen, gelen, koşan, seven, ölen, değer veren, kalbi bedeninden taşan, koca gözlü kadın, sadece bir kaç ay, hafta, gün kadar sonra s*ktir olup gidebilir. Çünkü sevgi onun için onun sizi sevdiği kadar olmayı geçemez artık. Diğerleri gibi olamaz.
Anlamadıysanız ve isterseniz eğer mükemmel bir betimlemeyle yazımı bitireyim. Akılda kalıcı olmak adına yani.
Kendimi zaman gibi görüyorum.
Kendimin, değerimin farkındayım.
Çünkü ne zaman istersem, hep daha fazlasını alabiliyorum.
Kendimden, çevremden, evimden.
Ha zaman demişken, benzeriz evet.
Ellerinizden kayıp gider hani.. anlayamazsınız.
Ve tutamazsanız öyle ya da böyle üzülürsünüz. İkinci bir şansınız olmaz.
Tutabilirseniz de "ne âlâ".
5 Şubat 2017 Pazar
Bir Küçük Kirpik Meselesi
Küçük ve karmaşık bir kirpik meselesi aslında hayat.
Evet.
Kırpıştırılan veya elle ovuşturulan gözlerin ucundan kopuverip, defterin bembeyaz sayfalarına doğru intihar eden bir küçük kirpik meselesi.
Ya sımsıkı tutunur, dayanırsınız o ovuşturmalara. Ya da bırakıverirsiniz kendinizi, ne olacaksa olur. Düştüğünüz bembeyaz bir sayfaysa ne âlâ. Belki birileri sever, tutar saklar sizi. Peki ya kapkaraysa düştüğünüz yer? Görünmezseniz? Ya birileri basar üstünüze, ya da ordan oraya yapayalnız sürükleniverirsiniz işte.
Kirpiksem ben de, düştüm mü bilemedim, sanki ufacıcık bir kısımdan hâlâ bir miktar tutunuyor gibiyim.
Düşeceği yeri bilmeden atlayacak kadar özgür değilim çünkü artık. Sevdiklerimi düşünmek zorunda kalacak kadar büyüdüm. O yüzden düşmemeli kirpikler. Hele de yaşlardan, yaşlı gözlerden düşmemeli.
"Neyse."
Mazhar, Fuat ve Özkan Bey'ler "Vurgun yedim" derler iken, güneş yavaş yavaş batmakta İstanbul'da.
Hava balkonda sigara ve bira içmelik, belki bir de bir kaç cümle yazmalık. Yazarken gözleri doldurmalık. Boşaltamadan bir sigara daha yakmalık. Bir kaç sefer daha düşünmelik, sevmelik, bakmalık ve yazmalık..
"Düşmesin kirpikler.
Hem ben yalan söyledim.
Kirpikler BÜYÜK mesele."
30 Ocak 2017 Pazartesi
Can
Bir gün, "keşke orda olsaydım" diyeceksin deseler, asla inanmazdım. Asla!
O gün bugünmüş.
Sevdiğim kim varsa, hayatında hep bir engebeler. Bazen düşünüyorum. Acaba ben mi yaratıyorum bu kötü talihleri. Ben mi sebep oluyorum diye. Kara kedi gibiyim sanki. Kimin hayatına azıcık dokunsam... Ne bilim işte. Kötülük veriyorum gibi.
İşin boktan yanı, dokunduğum hayatlardan alabildiğince koparılıyorum. Koparıldığıma üzülmeye varmadan, üzülecek bir sürü şey yaşıyorum. Orda olamıyorum. Hiç bir zaman olmam gereken yerde, zamanda olamıyorum.
Hep bir geç kalınmışlık hissi.. Hep bir en güçsüz yanlarınla güç verirmiş hissi..
Geçecek diyorum, geçecek. Ama sanki kıs kıs gülüyorlar bana şu etrafımda dolaşan görünmezler. Gülüp, "daha bu ne ki?" diyorlar. Kovasım geliyor hepsini ama kovamıyorum. Haklılardır kesin, kovsam ne fayda.
Bir gün "orda olsaydım keşke" diyeceğime asla inanmadığım her yer için "keşke" dedim. Her yer için, içim liğme liğme olurken "KEŞKE" dedim.
Ah be arkadaşım...
Özür dilerim can arkadaşım....
23 Ocak 2017 Pazartesi
Doğru
Karışığız aslında, İstanbul kadar karışık.
Milyonlarca insanız, paralel iki doğrunun gidişi gibi birbirine değmeden düzlemler arasında yaşıyoruz. Arada bir düzlemler değiveriyorlar birbirlerine, o sırada doğrular da dokunursa birbirine, dokunmuş oluyor işte. Ama sadece bir noktada kesişip sonsuzluğa doğru uzaklaşıveriyorlar hemen. Hiç üst üste gelmiyorlar, hiç üst üste sonsuzluğa gitmiyorlar. Düzlemler zaten zor, anlayışsız. Bir de doğrular kesiştikleri noktadan uzaklaşınca, birden bire "geçmişteki yanlış" oluveriyorlar.
"Farketmeden senin olmuşum" diyor Fikret abi. Söylerken doğrulardan mı yola çıktı, düzlemlerden mi bilemiyorsun. Düzlemlerden olsaydı, "kaybolup gitmezdi fırtınalarda" diyorsun, sonra da kapatıveriyorsun konuyu.
B.
Milyonlarca insanız, paralel iki doğrunun gidişi gibi birbirine değmeden düzlemler arasında yaşıyoruz. Arada bir düzlemler değiveriyorlar birbirlerine, o sırada doğrular da dokunursa birbirine, dokunmuş oluyor işte. Ama sadece bir noktada kesişip sonsuzluğa doğru uzaklaşıveriyorlar hemen. Hiç üst üste gelmiyorlar, hiç üst üste sonsuzluğa gitmiyorlar. Düzlemler zaten zor, anlayışsız. Bir de doğrular kesiştikleri noktadan uzaklaşınca, birden bire "geçmişteki yanlış" oluveriyorlar.
"Farketmeden senin olmuşum" diyor Fikret abi. Söylerken doğrulardan mı yola çıktı, düzlemlerden mi bilemiyorsun. Düzlemlerden olsaydı, "kaybolup gitmezdi fırtınalarda" diyorsun, sonra da kapatıveriyorsun konuyu.
B.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)