12 Aralık 2012 Çarşamba

Sevmek Zorunda Değilsin Beni

- "İnsan karşılıksız sevebilir mi?" diye sordu.
O anda ona gülümsedim.
"Sen beni seviyorsun ya." dedim. "Sevdiği kadına kötülük yapmış biri, nasıl olur da onun kendisini karşılıksız sevmesini bekler?" -

Belki aşk acımasız olan.
Belki de bizleriz onu acımasız hale getiren.

Belki aşk imkansız olan.
Belki de şu hayatta ki her şeyden daha gerçek.

Sinan Akyüz'ün kaleminden bir roman "Sevmek Zorunda Değilsin Beni". Bir hayat kadınına sırılsıklam aşık olan Cemil'in hikayesi.

Romanın her satırında gizli olan aşk, kitabın son satırlarını bitirmemle birlikte sahipleniverdi beni.

Aşkı tatmak için yaratıldığını düşündüğüm insan evladı, aşk acısı ne demekse, o acıyı çekmeden büyüyemeyenlerden.

Aşk yanlış adam, yanlış kadın ve yanlış zaman 3lüsünün tam anlamıyla birleşimi değil de ne?

Yanlış olduğunu bile bile ona doğru sürüklendiğiniz her kimse, şu an içinizden lanetler küfürler yağdırmanız anlamsız. Yapmayın.**

**Maalesef ki aşkın tanımı 'YANLIŞ' sözcüğünü barındırmaya devam ettikçe, insan evladı aşk yüzünden acı çekmeye mahkum olacak, içinde büyüttüğü aşkına ve engel olamadığı için kendine 'yapmayın' demem kadar anlamsızca lanetler, küfürler yağdıracaktır. **

Aşk, doğrularınızla çeliştiği her an, ölüme yaklaştığınızı kalbinizde hissedecek ama ona asla engel olamayacaksınız. Aşk bu. O başka hiç bir şeye benzemeyecek, her bir hücrenize işleyecek, kanser gibi yayılacak ve size zarar verecektir. Belki size dört mevsimi yaşatacak ama sizi asla öldürmeyecektir.


Silkelenin şimdi.

Yanlışlarınızı düşünmeye ara verin.

Doğrularınız her nerdeyse, onlarla tutunun hayatınıza.

Ama bilin, siz doğrularınızla yürüdükçe, aşktan bir o kadar uzaklaşacaksınızdır. Çünkü aşk, karşınızda doğrularınızı kabul etmeyecek kadar kibirli ve sağlam duracak, size uzaktan bakıp bakıp sinsice gülümsemeye devam edecektir.








"Belki imkansız aşk, belki de gerçek...
Her ne olursa olsun, aşk için her şeyle, herkesle savaşmaya değmez mi?"

11 Aralık 2012 Salı

0.gün

"Bu son dönemeç aşkım, bu son.."

O kocaman yeşil tonlarındaki kapının içinden girişin, o sanki son kezmiş gibi bakışın, o elini "ben gidiyorum." dermişçesine sallayışın. Yüreğimi işte o görüntüler yaktı. İçime ateşi attın ve gittin.

Senden sonra yaklaşık 4 saat toparlanamadım biliyor musun?

Gara gitttim. Trene binemedim. Yapamadım. Ağlamaktan nefes dahi alamıyordum. Sadece sana ihtiyacım vardı. Sadece yüzüne, sesine, ellerine ihtiyacım vardı. Geri dönsem dedim, görebilir miyim dedim. Sonra aklıma arkadaşlarımı aramak geldi. Önce Bünyamin'i aradım. Saolsun ağladığımı duyunca atladı geldi taa keçiörenden. O gelene kadar Harun'a, Tamer'e, Necla'ya ağladım. Annemi aradım bir postada ona ağladım.

Bünyamin geldiğinde sümüklü bir kızdım. Saolsun peçete getirmişte, burnumu silebildim.. :) Bir kaç tane felaket fotoğrafımı çekti. Sanırım sana postalıcakmış. Umarım öyle bir şey yapmaz yoksaaa benden nefret edersin :)

Bu arada evet toplamda 4 saat boyunca garda ağladım. Bünyamin artık son çeyrekte sinirlenmeye başladı, benim için kimse ağlamadı lan falan triplere girdi. Sonra trene bindim tabi.

Trendeyken gözlerime bir ağırlık çöktü. uyumaya yakın seni düşünüyormuş olucam ki, rüyamda seni gördüm. kapıdan içeri giriyordun yine ama bu sefer geri döndün.. Tam o sırada telefonum çaldı. Telefonum evet evet gözlerimi açtım 0312 bla bla bla.. O telefonu nasıl açtım bilmiyorum. O an ki heyecanımı hala kalbimde hissediyorum.

Keşke kapatmasaydım az daha konuşsaydık diyorum. Keşke seni orda bırakmasaydım göndermeseydim seni diyorum. Daha neler neler diyorum içimden bir bilsen.

Senle konuştuktan sonra bir ferahlık geldi kalbime. Onca saat sonra, ve hiç ümit yokken aramış olman benim için mükemmel bir mutluluktu.

Trenden indikten sonra, ailecek yemeğe gittik ve hep seni anlattım. İlk defa gönül rahatlığıyla gözlerim dola dola seni anlattım. Sonra aradğını söyledim, annemin gözlerinin içindeki parıltıyı görmeliydin. :)

Ha.. Galatasaray-Fenev maçı vardı tabi bir de.. Yemekten, koştur koştur eve gittik. Giydim yeni formamı. Aslanlarda sahada yeni parçalıyla karşıladılar beni. :) Aklımda sen fikrimde sen. Belki yemekten sonra ararım demiştin. Saat 9 oldu, 9buçuk oldu. 10 oldu. Anneme dedim ki, "Annee, saat 10 oldu. Arayamayacak galiba." gözlerim doldu. Annemin de öyle.. "Napsın kızım?" dedi annem. "Sen üzülme." Gözlerimi aşağıya doğru devirdiğim anda telefonum çalmaya başladı. "ALLAHIM AYNI NUMARA DEĞİL AMA ÇOK BENZER YİNE ANKARA!! ANNE, ANNE VALLAHİ ARIYO.."

O konuşamadığımız 3 dk bile sürmeyen telefon konuşmasını şimdi şu an tekrar yaşamak için nelerimi vermezdim biliyor musun?

Orda gergin olduğunu, stresli olduğunu, konuşamadığını biliyorum. Ama onca kötü şarta rağmen, beni arayıp sesini bana duyurduğun için bir çok kadından daha şanslıyım. İlk zamanların biraz sancılı geçeceğini zaten biliyor idim. Ancak sanırım bu Ankara acemilik İstanbul ustalık olayları olunca biraz boşladık bu askerlik denen şeyi. Meğer sensizlik ne zor, ne sessiz, ne ıssızmış.

Meğer sen, ne değerli..... Ne değerli... Off ne bileyim işte. Meğer ne kadar çok severmişim seni.. Meğer ne zormuş senin sesin olmadan hayat..

Trene binmeden önce telefonu fırlatasım, atıp kırasım geliyordu ama, şu iki telefon konuşması sayesinde yapışık geziyorum onunla. Saat 23:47, hala bir umut bekliyorum.  Belki, belki bir izin, bir telefon daha..

NEyse boşver beni. Zaten muhtemelen bu yazıları ve blogu okuduğunda, zor zamanlarımızı atlatmış olucaz. Gülüp geçicez bu halimize.

Seni çok özledim.

Ha bu arada Maçın adamı Umut BULUT'tu kesinlikle. Feneve 2 GOOOL attı son golü de penaltıdan attık 3-2 yendik Süper KUpa bizim oldu. :)))) Maçı izlerken ilk defa bu maçı yenmelerini senin için istedim. BÖyle içimden dua ediyorum "Allahım nolur yensinler, mert duyarsa çok sevinir moral olur yensinler."

"Saçmalama lan kızım. Çocuk maçı izleyemiyo nesine sevincek" dedim sonra ama çoktan yenmiştik azıcık geç oldu. :)) https://twitter.com/bubuksultan/status/234742005899595777

Şimdi planlarımda ufacık bir süprizlen, çarşamba günü yanına kaçmak var ama bilmiyorum baarabilecek miyim? Elimden geldiğince deneyeceğim.

Ha bu arada, şu an saat 23:57.. 1. günün başladı bile hayatım. Her şey çok güzel çok hızlı geçivericek bak görürsün.

Ve sen bu yazıları okurken gözlerinin doluşunu, yanındayken ben, dizlerine yatmışken izlicem.

Seni seviyorum aslan parçam. 
Seni seviyorum, en büyük parçam.
SENİ SEVİYORUM, BÜTÜNÜM.


İyi geceler.
Bubuksultan




6 Aralık 2012 Perşembe

Perşembe


"Perşembelerden başlasa ya keşke, her hafta.. Lütfen.."



Yoğun iş temposundan kaçmamı sağlayan en güzel şey bu yazıları yazmak oluyor biliyor musun?

Şu an grafik kağıdına, Levent'in yanından yazıyorum bu yazıları.
Gülümsüyor bana. "Sen delisin bence" diyor. "Deliyim" diyorum. "Hangimiz değiliz ki? Hem deli olmasak burda işimiz ne?" diyorum, gülüyor.

Elleri ellerime, gözleri gözlerime..
Saçları saçlarıma karışan.. Bir SEN olsan! diyiveriyor Levo'nun radyosu..

 Arkamda Merve asit çözeltisi hazırlıyor. (yine takmadığı maske kalmadı) "Ay galiba kusacam." deyip duruyor. Levent "Sen de bi ayrı delisin Merve Hanım" derken kahkahalarla gülüyoruz. :)

İşte bu anlarda laboratuar yıkılıyor. Herkes sinirden, stresten ve delilikten olacak ki kahkahalar atıyor.

Tam o anda içeri Emre giriyor. Elinde kakaolu kido. "Burcu Hanım, problem var."
Hepimiz Emreye bakıyoruz. Tepem o anda atmış olacak, "Emre, pakedini de al, kakaolu kidonu da. Çık dışarı." diyiveriyorum.

Ve bir kahkaha daha. Emre şaşkın. "Sizi hiç iyi görmüyorum Burcu Hanım" diyor.

Ve maalesef tam o anda Merveden gelen öksürüklerle havamız dağılıyor. 

Saat daha 10:48
Kocaman bir gün bu kadar manyak, çatlakla beni bekliyor. Bense bu kadar kalabalık içinde yapayalnızım..

Bubuksultan.

4 Aralık 2012 Salı

Oyuncak

"Önce sabah olur.. Yatağın bambaşka bir köşesinde onunla göz göze gelinir.. Yavaşça yere itilir, belki üstüne basılır.. Sonra gece olur.. Yatak örtüleri açılırken, yerde bir şey göze çarpar.. Yerden alınır, sarılınır, uyumak üzere rüyalara kapı açılır.."

Eğer kurduğu sahte hayatına baş kahraman yapmışsa sizi birileri, oyuncakları olmadan kaçın ellerinden..

O birilerini içinizde nasıl var ettiyseniz, yok da edersiniz.. Umudunuzu yalnızca siz büyütür, siz ezersiniz..





Asla oyuncak olmadan önce okumanız dileğiyle...


"Önce yine sabah olur.. Yatağın bambaşka köşesinde onunla göz göze gelinir.. Yavaşça yere itilir, belki de üstüne basılır.."

10 Kasım 2012 Cumartesi

~10Kasım

""Arkanda bıraktığın bir avuç kadar insan..

Seni sadece fotoğraflarından görebildiği kadarıyla, gözlerindeki cesaretle takip eden, şimdi yattığın yerden kalkıp gelmeni bekleyebilecek kadar ümitsiz, getirildiği her noktaya küfürler yağdıran ama yine de ses getiremeyen bir avuç kadar insanız işte..

Senin bir bakışın, bir sözün dahi olamayacak kadar çelimsiziz. Bir o kadar yüreksiz, bir o kadar anlamsız, mutsuz, çaresiz..

Ölümünün ardindan 74 sene geçmiş, ve ne yazık ki, seni tanıması engellenen bir sürü küçük adamla yolumuza devam etmeye çalışıyoruz.. Belki de geçmişte Türk olduğunu unutmuş, Ata'sının gözlerini hayatında hiç görmemiş bir sürü küçük adam(!) olacak.. Ve evet bu beni bizi hepimizi korkutsa da buna engel olamiyoruz.. Acınacak haldeyiz..

Biliyorum, farkındasın her şeyin.. Ama ne yazık ki, farkındalık yetersiz..

Belki de hiç üzülmüyosundur halimize, belki de seni şu an hiç haketmediğimiz için, bizlere acımıyosundur..

Sadece tek bir şeyi unutmamanı dilerim. O bir avuç insan seni yaşatmak için yaptığı ve yapacağı her adımda senin yolunu izler olmuş, senin gözlerinle bakmaya çalışıyor hayata..

Ve o bir avuç insanın, şimdi yüreği buruk..

Her sene olduğu gibi bu sene de hüzün dolu yüreklerimiz.. Yaş dolu gözlerimiz..


Bizler seni gerçekten çok özledik..""





Rahat uyu Atam.. Uyuyamadığını bilsem de, tek dileğim, sen bari RAHAT UYU..

5 Kasım 2012 Pazartesi

Final Sorusu (:

""Final haftası geldiii, çattı.. Afedersniz ama diye başlayıp devam edecek olduğum cümlenin sonunda, bünyaminin sesi kulaklarımda.. "Hem afedersin diyon, hem de küfür ediyon.." Pek küfür de sayılmaz Bünya, yumurta kıçımıza dayandı diyecektim.. Herkeste bir telaş, "Aman ders, aman çalışalım.." Kütüphane tıklım tıklım dolu zaten bırak oturmayı, adım atıcak yer bulamıosun.. Bana da bir şevk gelmedi değil tabe, "Hade kızım yaparsın sen.." başladım çalışmaya...

"Ağlarla kaplı hiç bilemezsin, her yanım....."

Ne demişim en son, ha evet, başladım çalışmaya.. Allahtan etrafımda illaki bir-iki gıdacı var ki ayakta durabiliorm.. "Ayakta neden duramayasın??" demeyin, ders çalışmak beni birazz.. nasıl desem.. biraz kasıyo işte.. Şey gibi, hani bi oyun yüklersiniz bilgisayarınıza, ama pc kasar yavaş gösterir, sesler geç gelir, yaratıklara vuramazsınız ölürsünüz.. sonunda da bilgisayarınıza saldırırsınız, onu camdan atarsınız vurursunuz kırarsınız.. Aynen onun gibi işte.. Oyun benim için ders, bilgisayar benim ta kendm, beni döven o gençte biricik üniversitemiz Orta Doğu.. ( oğlum olursa ismini Orta Doğu mu koysam? Şık oldu sanki :) ) Sevmiorum çalışmayı, sevsem de anlamıorum, anlasam da sınavda yapamıorm.. aynı durumlarda olan arkadaşlarıma, kendime dediğim gibi "Allah sabır versin, Amin." diyorum..

İyi hoş.. Final haftası, tamam.. Çalışmak lazım, tamam.. Peki ya sosyal ihtiyaçlar nolucak? Bu okul hep kötü adam, zaman zaman elektrik süpürgesi olup ruhumuzu emio, bazen de dayağın alasını yediğimiz o oyunkolik (derskolik mi demeliyim?) genç oluyor.. birşeyler yapmalı..

Heh işte.. Ben ve arkadaşlarım (12 kişi falanızdır sanıyorum) "Hem ders hem eğlence birlikte yürütülebilir olmalı.. " dedik (ki bunu bir tek ben dedim onların haberi yok) Sabah 9buçukta kütüphanede bir kısım buluştuk az da olsa bişiiler çalıştık içimizi rahatlattık.. :) soraa saatler 02:40 ı gösterdiğinde Bünyamin Bey saolsunlar bizi bişiiler yemeğe götürdü.. Meşşşhuuurr Konya Evi'ne gittik.. Aman allahım o nasıl pide? pide denmez buna bu tapılası birşey.. Bayıldık.. Yedik içtik muhabbet derken 4buçuk seansına Body of Lies'a gidelim dedik.. Atladık taksiye Cepa'ya.. Tabi bu arada 10 kişiden 5e ani bir düşüş yaşadık.. resmen satıldık.. (bu gıdacılar hep böle :)) Film ayrı bir güzel geldi öle güzel yemeğin ardından.. Gerçekten çok beğendim filmi bu arada şiddetle tavsiye ediorum.. :) Film bitti okula dönücez.. Taksiye binelim diorum, bindirtmediler illa yürücez.. iyi tmm A1e kadar yürüdük, taa bide ordanda yürücezzz.. "Oldu canım" dedim içimden, hatta dışımdan da demiş olabilirim bilmiorm.. "Ben otostop çekicem sizi bilmem." dememle arabanın biri durdu, bizi de yurtlara kadar bıraktı saolsun.. :)
Ama biz deliler deliler delilier.. "Akşam da boş durulmaz" dedik.. Ne var ne var, "Oha IF'te Yasemin Mori varrr..!" Sikerim finalini de okulunu da. Lanet gelsin. Gencim lan ben, oturup ders çalışarak hayat mı geçer? Geçmez tabi lan. Eğlenmeden üniversite mi okunur? Okunmaz tabi. Ee, hadi konsere?

Elimle bulduğum bir kaç kişi, bir kaç bardak vodka, bir kaç bağırış, bir kaç şarkı. Yetti de arttı eğlenmeme. Zaten ders çalışmak harici her ne yaparsam yapayım, eğlenmeme yeter de artardı bu psikolojide, öyle de oldu. :)

Dip Not: Emre rica ediorum Ankara içinde biraz yol ezberle.. İki beykoza gidip çorba içelim dedik 1 saatimiz yolda geçti zaten.. sana dedim bırak ben anlatayım die ama dinlemedin ki, olcağı bu.. "Böle kendimi uzun bir yolculuk esnasında gibi hissediyorum.. sanki mola vermişiz de çorba içiyorum.. Sanırım dön dön dön başım döndü ondan oldu.. "
Herşey için teşekkrler arkadaşlar.. iyiki varsınız.. hep hayatımda olun emi.. :)
Üzerinden saatler geçmiş olsa da, sesi kulaklarım da.. Mori'ye de sonsuz teşekkürler burdan.. Yine gel :)""

5 senelik okulu, ahanda hep boyle yasayarak hic bir dersten kalmayip tam 5 senede bitirdim. Ben zeki değilim de, zeki olan sendiysen, valla kendimi vururum hocam! :)))



"Ağlarla kaplı hiç bilemezsin!
her yanım her sözüm her savaşım her yönüm
öyle zor, öyle zor geliyor ki her yeni gün..."

3 Kasım 2012 Cumartesi

Bana Bir Masal Anlat Baba

"Kız çocukları babalarına aşık olurlar zaten.."

Gözümü açtığım andan beri ona nasıl hayranlıkla baktığımı annem anlatır dururdu.. Boyum çok çok kısayken o koca göbeğinin üstne sığdığımı ve orda yatağımdan daha rahat bir şekilde uyuduğumu sölerlerdi.. İlaçlama görevlerine gittiğinde aylarca eve gelmediğinde, koltuğa oturup ayaklarımı koltuğa vurarak "babam nerde babamı istiorum." diye bağırırmışım.. birkeresinde ilaçlama içn tekrar gidecekken, "neden gidiyorsun babacığım" dediğimde, "para kazanmaya gidiorum kızım" demiş.. koştur koştur odama gidip, elimde 5bin lira ile dönüp, "benim var param, gitme" demişim.. hala saklar cüzdanında o parayı.. gösterir arada konuşuruz, "ne kadar safmışım, ne güzelmiş" diye geçiririm içimden.. o zamanda yemek özürlüymüşüm.. bir pilot kızı olarak, annem yemek yedirirken kullanıcağı ilgi çekici cümleyi "uçak gelio uçak" seçmiş, ama yanlış yapmış.. zira biraz aklım basmaya başladığında, "sen bana babamı mı yediriosun" diye cıngar çıkartmışım.. 1 gn boyunca da ağzıma tek bi lokma dahi sürmemişim.. (inatçılık çocukluktan kalma..)

Hiç aşık olmadan öncelerimi düşündüm bugün.. Tek aşkımın babam olduğu.. ne güzelmiş dedim.. Elimden tutup güvercinlere yem atmaya götürdüğü o pazar günlerini özlediğimi farkettm.. yazları deniz kumsal sevmediğim zamanları, onun yerine dağa tırmanalım, tarihi yerleri gezelim die yanıp tutuştuğum çocukluğumu özledim.. meğer ne zormuş o günlere dönmek.. zarzor hatırladığım sarı kız efsanesi en sevdiğim masaldı halbuki.. ama eminim o bugün onu dinlerken gözlerimin dolmasından herşeyi anlamıştı.. O zamanlari nasıl özlediğimi.. pişman olduğumu.. zamanımı çok boş şelere harcadığımı yeni yeni anladığımı..

Aşkla yaşamaya çalışmaktan başka hiçbişi yapmadım ben.. Ben pes ettim ama o asla etmedi.. hep yanımda oldu en zor en utanç verici anımda da, en mutlu en gurur verici anımda da.. hiç üşenmedi, hiç yorulmadı.. öle minnettarım ki.. başka bi erkek daha bunu yapabilirmi bilmeden, aşık olmaya çalışmak ne kadar saçma.. Onun için dedim ya, dönüm noktasıdır bu zamanlarım.. öle büyütmüştür ki beni bu zamanlar, babam gibi biriyle evlenicem demeyi bile saçma buluorum artık.. Aşk tek bir tanedir.. bir tane kalmalıdır.. hakkedene verilmelidir.. Bende de hak eden bir tanedir.. O da hayatimdaki tek gercek aşk, Babamdır..

Keşke okuyabilsen bunları.. ya da sana bu kadar açık konuşabilsem..
Bugün beni kapıda karşıladığında, gözlerimi dolduran şeyin sadece duygulanma olmadığını söyleyebilsem..



"Bana bir masal anlat baba.. anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile... bırakıp gitme sakın beni.."

Seni çok seviyorum......

28 Ekim 2012 Pazar

?!"@&€'!?

Mutluluk çok mu gelip geçici bir kavram yoksa ben mi öyle hissediyorum?

Bu mutsuzlukla kaçıp gitmek istediğim tek bir omuzum yok şu an. Ne kadar acı. Halbuki ben insanların bana dert yanmalarını gözlerim onlarla birlikte dola dola dinlemeyi öyle çok seviyorum ki..

Sanırım fazla ağırlaşmaya başladı bu hayat benim omuzlarımda.. Artık fazlasıyla dayanamıyormuşum gibi hissediyorum..

Birikmiş o kadar çok gözyaşım varmış ki az önce hepsini ciğerlerim ağrıya ağrıya boşalttım.. Hem de kendimle başbaşayken.. Kimsem yokken..

Dışarda ki herkese fazlasıyla rol yapmaktan an itibariyle vazgeçiyorum. Mutsuzsam mutsuzum bundan sonra.

Çünkü ilk defa YETER kelimesini bütün hücrelerimde hissediyorum..

Evet.. Ben de tükendim, buraya kadarmış..

11 Eylül 2012 Salı

Batık Şehir

"Bundan böyle kolay üzülmem artık...."

Yarı yolda bıraktığınız hayatlar? Nerelerdeler şimdi?

Kaçı hala sizden bir haber aldığında size koşabilecek kıvamda?

Peki ya kaçı hiç arkasına bakmadan bırakabilmiş sizi?

Aşk ne şaşkın, ne haylaz bir adam aslında.. Aşk en zor erkek, en zor kadın değil de ne?

Sevdiğim hayatların içinde, gözleri parıl parıl parlayan bir adam vardı ki.. Asla unutamam unutmam..

İşte o adam azıcık mutsuz olduğunda, içime saplanan binlerce gözyaşım vardı.. Gözyaşım her akışında, o kalbimi avuçlarında sıkardı, ama aslında dünya üzerinde ki en anlayışlı belki de en olgun adamdı.. Nasıl acımadan sıkardı içimdeki o ufacıcık sevgi tohumunu?

Yıllar geçtikçe, belki de onun yaşlarına geldiğimde anlayacaktım, vefasını değerini sevgisini aşkını..

"Batık şehirim ben.."

"Batık şehirleri görmeye gelen çok olur" derdi..

Ben, "Benim gibi misafir bir daha gelir mi sanıyorsun be adam" diyemeden gitti..

Hep mutlu olsun diye, hep mutlu olayım diye gitti..

Ne var ki, avuçlarında ufacıcık bir şey unutmuş olucak, şimdi içim bir buruk..

Geri getirir mi dersiniz? Sanmam..

Belki o parıl parıl gözler yine öyle baksın, ama benim içim hep öyle buruk kalsın diye..

Belki de.. Belki de, dünyanın en değerli batık şehirini gezmeye tekrar gideyim diye..

Kimbilir......... :)


(Babalarin en aşık olunasına...)

5 Eylül 2012 Çarşamba

Across The Universe

Kendine söz geçirememek nasıl birşey bilirmisiniz? Yaşadınız mı bu duyguyu hiç?


Eğer yaşadıysanız iyi bilirsiniz ki, baya baya acı verir.. bişiler yapmamalısınızdır ama tutamazsınız kendinizi, yaparsınız.. bişiler yapmanız gerekmektedir ama içinizden gelmez, yapamazsınız.. gerekli şeyler yapılmaz, gereksiz şeler yapılır falan.. Sonra aradan bikaç gün geçer.. "yeter ulan olmuyor böyle, kendine gel be ezik misin?" diye bi soru geçer aklınızdan.. Tamam dersiniz, buraya kadar.. bidaha böyle olmayacak. Fakat yalandır bu tabiki de.. En fazla 1 gün sürer (ki benim o kadar bile sürmez) eski halinize dönüverirsiniz.. Sigarayı bırakmışsınızdır, başlarsınız. Ders çalışmalısınızdır, çalışmazsınız. Derse gitmelisnizdir, gitmezsiniz. Arkadaşınıza söz vermişsnizdir, "ya canım kusura bakma havam yok sora gidelim" deyiverirsiniz.

Ahanda tam üstüne bastım durumumun..


Bu aralar baya baya böleyim ben.. Dinlememem gereken şarkıları bile sanki içimdeki şeytan özellikle dinletiyor bana.. içmemem gereken o zıkkımı yakıp elime veriyor, atmamam gereken msjları yazıp, gönderirken telefonu uzaktan gösteriyor.. Bir bakıorum telefonda ikinci bi ışık "Mesajınız gönderildi." Engel olmaya çalışmıyormuyum yoksa acı çekmekten zevk mi alıorum bunu ne ben çözebldim ne de dostlarım.. Sanki önümde yapılmayı bekleyen bi puzzle var, ama ben nerden başlıyacağımı bilmiorum..


Daha doğrusu bilmiyordum.. saat 7 buçuktan beri dışarda oturarak, ağlayarak ve yırtınarak, (korkutucu gezintilere çıkarak :p) buldum nerden başlamam gerektiğini.. Önce kendimden başlamalıyım herşeye.. Kendimi kontrol etmeyi öğrenmeliyim.. Kendime söz geçirebilmeliyim... Acılar beni olgunlaştırmalı, güçlendirmeli, yepyeni bi insan yapmalı.. Daha güçlü, daha mantıklı, daha doğru, daha sevilesi.. Çok zor gibi gözüküyor değil mi? Daha güçlü olmak falan..


Yok ama yok.. Zor değil.. Ben sadece tertemiz bir sayfa açıp, fonda The Beatles - Across the Universe çalarken "Nothing's Gonna Change My World" diye diye olgunlaşmayı beklemeliyim..





"Sonra aradan bikaç gün geçer.. "yeter ulan olmuyor böyle, kendine gel be ezik misin?" diye bi soru geçer aklınızdan.. Tamam dersiniz, buraya kadar.. bidaha böyle olmayacak. "

 
 
 
 
28 Ekim 2011
"Tarih tekerrürden ibarettir.."
ODTÜ - EBİ
 

3 Eylül 2012 Pazartesi

Bubummak

Ölümle burun buruna geldiğiniz anlarda kare kare geçermiş bütün hayatınız gözünüzün önünden dimi?

Yalan söylemişler bu yaşımıza kadar..

Ölümle burun buruna geldiği anda insan, soğumuş el ve ayaklarının kontrolünü kaybediyor sadece.
Titremeler bunun en büyük göstergesi..

Ölümün aniden veya yavaş yavaş geldiği söylenir.
İnsan öleceğini bile bile yaşar mı hiç? Yaşar..

Zaten öleceğimizi bile bile yaşamıyor muyuz?

-------------------------------------------------000---------------------------------------------------

Kanserle mücadelenin son adımlarında, iyi veya kötü haber beklemek kadar öldürücü hiç bir şey yoktur hayatta..

En öldürücü şey, haberin bir türlü gelmediği, o son saatlerdir.

O yüzden kanser hastaları ya içine çok kapanık sinirli insanlardır, ya da en mutsuz anında bile gülmeyi başarabilen kahkaha atabilen insanlardır.

O son saatlerinizde gülebilmeniz umuduyla..



2 Eylül 2012 Pazar

S - *ktir

Hayatlarınızın içine eden insan türlerinden bahsedicem şimdi..

Ya da vazgeçtim, o türlerden neden bahsedip moralinizi alt üst edeyim ki..

Siktir edin oğlum işte..

Değer vermek dünyadaki en insancıl şey bence..

Tek önemli nokta haketmeyene vere vere tükenmenizi engellemek..

Durun.. Sakın tükenmeyin..



"Olmuyorsa da siktir edin.."


İstanbul-Eskisehir yolu
17:38



1 Eylül 2012 Cumartesi

B-İstanbubum

İstanbul'u yaşamak diye bir şey var..


Hafifçe esen rüzgara kendinizi biraktiniz mi hic?

Deniz kokusu ciğerlerinizi kemirdi mi?

Pekiiiiii....

Üşüdüğünüz halde, ayaklarinizi sudan çıkarmamak için kendi sınırlarınızı zorladınız mı?

Bunlarin hiç birini yapmadan, İstanbul'u yaşadığınızı sanmayın...

İstanbul, burda. Esen rüzgarıyla, içimi delen geçen kokusuyla, üşüyen ayaklarımı kendine hapsetmiş olan deniziyle yaşadığım tam da şu anda..

Ve siz siz olun, ayaklarınızı çıkaramayacağınızı bile bile bu denize hapsolmayın..

Zira şu an ellerim titreye titreye yazıyorum bu satırları..

B:Gitsek mi artik?



'Evet, İstanbul'u yaşamak diye bir şey var..'

Küçükyalı sahili,
22:30

30 Ağustos 2012 Perşembe

S - Mandal

Aşk nedir bileniniz var mı? Ya da şöyle demeliyim, aşk nedir bilmeyeniniz var mı? :)

Farklı iddaların inadına, bence aşk sahip olmak demektir. Bu bir insan, bir eşya, hatta bir yemek bile olabilir. Eğer bir şeye gerçekten sahip olduğunuzu hissediyorsanız aşıksınız demektir.

Tabiki de en anlamlısı bir insana aşık olmaktır. Bu insan, kızınız, oğlunuz, anneniz veya babanız olabilir. Kardeşiniz, dostunuz ya da hiç biridir. Sadece dış kapının dış mandalıdır... (=

Ve nedense aşkların en büyüğü hep o MANDAL a olur. En heyecanlısı, en tutkulusu, en kavgalısı, en gürültülüsü.. 

Sahip olduğumuz herşeye aşık olabilseydik nasıl olurdu bir düşünsenize. Saçlarınızla kavga ettiğinizi, ellerinizle öpüştüğünüzü veya bacaklarınızla sarmaş dolaş sinema izlediğinizi.. "Bunlar ne biçim örnekler lan, bu kız ne saçmalıo" dediniz değil mi? Birazcık sabredin de diğer paragrafıma geçeyim..

Hiç birimiz farketmiyo olsak da, sahip olduğumuz her şey aslında bize aşık, biz de ona. Nasıl mı?

Bacaklarınız nereye giderse, sizde onunla birlikte gidiyor musunuz?
Gölgeniz sizi takip ettikçe siz kaçıyor musunuz? 
Siz takip ettikçe gölgeniz sizden kaçıyor mu?
Gözleriniz size kendilerini kapattığında bütün dünyanız kararıyor mu?
Kalbiniz atışlarını biraz hızlandırdığında, siz daha çok heyecanlanıyor musunuz?

Hadi şimdi açık olun..
Sahip olduğunuz tek gerçek şey kendiniz değil misiniz? :)
Peki, kendini bu kadar seven insan evladının bir mandala aşık olması mümkün mü sizce?"


------------------------ooo------------------------


Bunların benim kalemimden çıkmadığına eminmişsin gibi bakıyorsun. Haklısın. Ben bu sölediklerime inanmıyorum. Çünkü ben gerçekten hayatımda ilk kez kendimden daha çok birini sevmenin ne demek olduğunu 4 senedir yaşayarak öğreniyorum. :) Yazının başlangıcı tamamen kandırmacalarla dolu ve bu sadece dikkatini çekmek bu yazının en sonunu okuyabilmeni sağlamak için. Peki ya amacıma ulaştım mı? :)

Aşkı seven bütün insanlar size sesleniyorum. Burnumun ucuna çok güzel kokular geliyor bu aralar.
Birbirini seven insanlarla birlikte olmak, ve onlarla yanyana büyümek ne kadar mutluluk verici..

Çevremi bu kadar güzel kokularla çevreleyen bütün aşık dostlarıma sesleniyorum şimdi..

Yıllarca iki insan nasıl birbirne katlanabilir sizlerden öğrendim.. Evet siz ikiniz.. :)
İki insan birbirinden espri anlayışını dahi nasıl bu kadar çabuk alır sizlerden öğrendim.. Evet siz ikiniz.. :)
Ve insanlara günlerce eziyet ettirip sonra sevindirmenin ne kadar heyecanlı bişi(!) olduğunu da sizlerden öğrendim.. :)

İyi ki varsınız.. Ve hep olacaksınız...
O uzaklardan yorgun sesiyle duyduğum, istediğimde ulaşamadığım tek AŞKımı bana her fırsatta hatırlatıyorsunuz. :)

Sizleri çok seviyorum.
Hep mutlu olun... :')


"Aşk nedir bileniniz var mı? Ya da şöyle demeliyim, aşk nedir bilmeyeniniz var mı? :)"

28 Ağustos 2012 Salı

B-Sessizce

"Bazen kendi kendine kırılır dal, kendi kendine düşer yaprak. Ne bir rüzgar eser, ne de yağmur yağar. Herşey sessizce oluverir. Sessizce...."


Bir Eylül akşamı hatırlarım ki, şimdiki sessizliğe bedel.. 
Kokusu kanser gibi..Tadı yok.. 
Yaprakların her kıpırtısında huzuru aradığım, ama bulamadığım bir Eylül akşamı.

Öyle bir duygu seli ki, şimdiki sessizlikten beter..
Bilip de kendine dahi itiraf edemediğin onca duygu gibi..
Sevip de söyleyemediğin, uzanıp da sarılamadığın, şimdiki acıları senelerce köklerinde yeşertmiş bir ağaç gibi..
Sarılırken unuttuğun onca anı, sadece hıçkıra hıçkıra ağladığında hatırladığın kalbin gibi..

Bulamayacağını bildiğin halde..
Sevmeyeceğini bildiğin halde..
Yanıma gel.. dediğinde gidecek gibi..


İşte o Eylül akşamı için şimdi,
Kendi kendine düşen yaprakların feda ettiği kadar, her şeyimi feda etmeye razıyım..

O Eylül akşamında,
Yanıma gel..

Sadece yanıma...



"Ve bazen de rüzgar eser, içine doluverir. Dallar kırılır, yapraklar düşer. Yağmur başladığında giden gitmiş, oyun bitmiş, perde kapanmıştır. Herşey sessizce oluverir. Sessizce...."




20 Temmuz 2012 Cuma

Vapurlar Arizali, Biz Napalim?

4 sene once sacmaca baslamis, rayina iki tarafinda sorunlu beyinlerinin askiyla oturmus bir ask bizimkisi.

Her gun, her ayri gun nerde sacma sapan sey varsa onlar bizlerin basina gelerek buyuduk biz. Beraber, elele buyuduk. Aslinda hala buyuyemedik. Benden ve senden kaynakli hala bir miktar cocuk kaldik.

İlk arabamiz, Esmer. Altimizda araba var diye ne havalara girmistik. Caktirmadan senin araba kullanisini izlerken, icimden "kizim adam ne guzel kullaniyo butun dunyayi gezersin sen bu herifle.." dedigim gun, iste o gun evimize hirsiz girmisti :) sonra da "yok lan, sizin bu sansinizla bi bok olmaz sizden" demistim..

Hayaaat ne garip vapurlaaar, falan.

Bugun uplife parktan ayrilirken, eski evlerimizin her kosesi gozlerimin onunden geciverdi.

İlk evimiz 100.yil.. İsinmak bilmeyen buz gibi bir oda.. Sicacik bir adam.. Kucucuk bir televizyon.. Farkli bir koku..

İkinci evimiz Asiyan.. Susmak bilmeyen duman alarmi.. Ne yapsa duyulan yan komsular..(!) Cay demlemenin verdigi huzur.. Kirilan sandalyeler.. Surekli dusen sandalyeler..

Veee istanbul uplife park. Yine bir suru duyguyu beraberce yasadigim tatli malikane. Seni isten gelesin diye bu evin icinde bekledigim bir suru gun gecti gozlerimin onunden.. Kahvaltilarimiz, kocaman televizyonumuz, dizilerimiz film kolleksiyonumuz..

Diger butun evlerimiz gibi cok sevdim, cok baglanmistim. İnsani insan yapan sey duygulari oldugu kadar, esyalari, esyalarin halleri de degil miydi zaten?

Ama sana bir kac lafim olacak zengin pici..

Senden once oyle farkli evlerde oturduk ki, istedigin kadar son model ol, hic bir zaman o evlerin yerini tutamadin. Onlar kadar icten olamadin.

Residence ne lan?

Biz isci bloklarinda uyudugumuz uykunun tadini asla unutamayiz.. Sen kimsin?

(Hoooop ama mecnunun leylasi! Coşkunluk yaratma az(!) bi sakin..)

İlk evimiz degildin, son evimiz hic olmicaksin..

İcinde kocaman bir ask, cok guzel bir birliktelik buyuttun.. Bir daha bizim gibisini bulamicaksin..

Bak, 100.yil bloklari yasta, Asiyan hala agliyor.. .)

Hadi baybay.!

(Rahatladin mi Mecnunun arizalisi?)

Ohh bee valla rahatladim. :) hoscakal uplife...

Dipten gelen ses: Evet evet hayaaat ne garip, vapurlar, hemde arizali vapurlaaar falaaan!!! .)


9 Temmuz 2012 Pazartesi

Son İhtimalim'e

Hiç  ummazdım.. Oldu.. Hem de sonbaharda..
Hediye gibi gelmiştin..

30 Kasım 2008.. Bir Pazar günü Ankara. History of Jazz dersinden koşarak çıkmıştım senin için.
Elinde guaj boyalar, wall-e oyuncağı..

Hafif yağmurluydu..
Belki de asla bilemezdik.. doğru insanlar olduğumuzu aklımızdan dahi geçiremezdik.

Corvus bar, tunalı tarafları.. Hava hala hafif yağmurlu..
1 tekila, 2 tekila, 3 tekila..
İşte o gün bugün, seni o yağmurun kokusu, o tekilanın tadıyla bagdaştırmışım.

Şimdi kendime o kadar çok kızıyorum ki, keşke ama keşke, her anımızı bir yerlere kaydetseydim.
Ne kadar çocukça ne kadar safça olduğumuzu kanıtlayabilirdik belki o zaman?

Bir sürü hata yaptım.
Bir sürü affedilemicek hata yaptım.
Lanet olsun.

Ve sen hala bana, akşam gözlüm dersin.
Hala bana her dokunuşunda gözlerinin doluşunu izler, içime akıtırım gözyaşlarımı.

Seni seviyorum.

Ne kadar içten, ne kadar etkileyici iki kelime bizim için.
4 seneyi devirmiş, ama bir o kadar gerçek iki kelime.


Seni seviyorum.

Son yokuştayız. Bu sefer asla ellerini bırakmaya niyetim yok.
İçime işledin.. İçimdesin..
Tek saniye bile gözümü açmadan, kollarında dans ettiğim o an aklımda.
O şarkı kulaklarımda.
Yanağın yanağımda.

Seyirlik değil, ömürlük olsun.
Dilerim bu defa bu son olsun..


Son ihtimalime....



"08.07.2012 tarihinde, İstanbul dönüşü kağıtlara döşenmiş olan bu yazı; 06.07.2012 tarihinde Mert Köktener tarafından, tarafıma yapılmış olan, en onur verici teklife istinaden yazılmıştır. Şarkı, ömrümüzün şarkısı, Sezen AKSU'dan "HOŞGELDİN" hala kulaklarımızda. Darısı bütün sevenlerin başına."

2 Nisan 2012 Pazartesi

Melek

Kaza anı dün gibi aklımda.

Şehre tramvay geldiğinden beri çözülemeyen trafik lambalarının kurbanı olalı, yaklaşık 1 ay oldu.
Yeşil ışıkta geçmeme rağmen çarptığım amcanın "alkol var mı alkol?" nidaları kulağımda çınlıyor. :)

Kızılın pert olması, sonrasında döktüğüm gözyaşları, bütün bu anlar gözümün önünde film karesi gibi..

Her şeyde bir hayır varmış derler, gerçekten öyleymiş.

Şimdilerde bembeyaz bir sayfa açtım hayatıma. :)



Hoşgeldin Melek, iyi ki geldin.. :)


Fotoğraf için sayın Köktener'e sonsuz sevgiler, aşklar, böcekler falan.. :)
Böyle bir fotonun çekildiğini bilseydim acık gülümserdim, hep bu kadar ciddi mi kullanıyorum ben anlamadım ki? :)

Senin desteğin ve fikir babalığın olmasa, afedersin ama NAH alırdım ben bu oyuncağı. :)
Dip not: Seviyorum çocuk seni.. <3 :)


6 Mart 2012 Salı

Tarifsiz

Aşk ne kadar kolay ve ne kadar zor.
Aşk tamamen zıt binlerce kavramın birleşimi gibi.

Kazandığında azalan, kaybettiğinde çığ gibi büyüyen bir yük sanki.
Bittiğinde biten, başladığında bitiren.
Bazen saatlerce güldüren, bazen öldüren.

Aşk tarifsiz. Aşk, tek tük aşk.

Karşındakinin seni, en az senin onu sevdiğin kadar sevdiğini zannetmendir aslında aşk.
Ama çoğu zaman aldanırsın bu yalan hislere.
Gidenlerin ardından ağlamanın nedeni de bu olucaktır zaten.
"İkimiz de aşıktık. Beni nasıl unutur?"
Unutur işte lan, unutur. Bal gibi de unutur.

Hatalarla unutur.
Ümidi kalmadığında unutur.
Sevmemiştir unutur.

Ve insan, onun gitmediğine kendini inandırdıkça mutsuz olur. Acı çeker.
Sonra da "aşk acıtırmış" der.

Halbuki aşk acıtmaz. İnsan acıtır.

Aşk tarifsiz. Aşk, yarım yamalak aşk.

Dedim ya aşk bir çok zıt tanımın birbiriyle iç içe girmesi.

Aşk acı..

Karşılıksız herşey aşk.
Kavuşamayan herkes aşk.


Ama karşılıklı olduğunda öyle güzel, öyle dokunulmaz ki.
Herşeye, ölüme bile rağmen ayakta kalan tek şey aşk.

Aşk yaşanılası.

Aşk aynı adamla tekrar tekrar yaşanılabilen tek güzel şey.

Aşk işte. Tarifsiz. Ya da çok tarifli.

Ben çok konuştum. Artık kararı siz verin. :)



19 Şubat 2012 Pazar

B-Yalan Söyledim

Trendeyim.


Geri geri gidiyorum, koltuk numaram 17.. Gitmek istemediğinde, insanın ayakları geri geri gidermiş ya, aynı onun gibi, sanki özellikle ayarlanmış gibi. İstemeden zorla gönderiliyormuşum gibi, geri geri gidiyorum. 


Önümdeki filede duran dergiden bulabildiğim en boş sayfaya, çantamdaki kurşun kalemle bişiler karalamaya başladım. İçim o kadar çok doldu ki, eğer şimdi bunları yazmasaydım, sanıyorum ki ağlamaktan krizlere girerdim.


Ankara'nın havasını soluduğum anda aklıma gelen, beynimde şimşek gibi çakan, anılarım.. iyi kötü hayatıma Ankara'da girmiş ve yine hayatımdan Ankara'da çıkmış insanlar..  


Bende bıraktıklarınız, bana kattıklarınız herşey ama herşey çaktı o an beynimde.. 


Trenden indiğimde derin bir nefes alıp yürümeye başladım.. Garın içerisinden geçerken kalp atışlarım hızlanmaya başlamış olucak ki, adımlarımı da hızlandırdım. Bir an önce derdimin dermanına koşmalıydım.


Ne zaman ki eski evimin önünden geçmeye başladım, zaman yavaşladı sanki.. Her an, her güzel an, her manyak ötesi güzel an, kare kare aktı gözlerimin önünden. "Ahh" dedim içimden.. "Aşiyan."

A4 kapısından içeri girerken içimi hüzünlerin yerine kocaman bir heyecan kapladı. "Geldim" dedim. "İnsan ertesi güne uyanıcağını bilemezken, ben tekrar seni yaşamaya geldim."


Adım başı tanıdığım, sevdiğim insanlar kaynıyor bu kampüs. Sıcacık, içten. "Keşke hep yanıbaşımda olsanız."
Korkularımdan kaçarım ya, bazen özlemlerinden korktuğum için arayamadığım bütün herkesin "hayırsız" nitelendirmesine boyun eğerken bile düşündüm. "Beni keşke birazcık anlasanız."


Herşeyi en uç noktada yaşıyorum, bunu asla inkar etmedim. Ama uzun süredir bu uçsuz bucaksız duygularımın kölesi olmamıştım. Şu an öleyim. Kabul ediyorum.


"Evet, elim telefona hiç gitmedi. Seni aramadım. Arayamadım. Gitmeni kabullenmedim. Kabullenemedim."
"Ben seni burda hiç mi mutlu etmedim?"
"Tamam mutlu olucaksın, böyle belki daha çok ama benim için mutsuzluk yaşadın mı hiç?"
Belki de benim için üzülecek kadar zamana sahip değildin giderken. 


Aslında hiç birinizi etkilemiyor değil mi yokluğum? Yan yanasınız. Zaten hep berabersiniz. Ben vardım, yok olmuşum, kimin umrunda? Beraber kaldığınız yerden devam ediceksiniz. Bense arada bir yanınıza gelip fotoğraflarda gülümseyip gidicem.


Hepiniz yanyanayken beni mi özliceksiniz? Yoo, özlemiceksiniz.


Evet kırgınım. Belki de kendi kendime. Belki de kıskançlığımdan bilmiyorum.
Ama hey! Size diyorum.
İçim dolu dolu gidiyorum bu sefer. 
Gözyaşlarım, sadece kalemimin ucundan bu satırlara döküldü.
Ve evet sizleri çok seviyorum.


Gittiğin için kırgınım.
Neden kırılmışsam sanki. Hayatının en büyük döneminden başarıyla geçmişsin. Sevinçliydim.
Ama şimdi kırgınım. Seni orda gördüm ya. Kırgınım işte.


Lanet olsun kırgınlıklarıma.
Hiç biri şimdi umrumda değil. 
Orayı, o sesleri, o yüzleri hayvan gibi seviyorum işte.
O gülüşleri, o ağlayışları, hayvan gibi özlüyorum.


Çok özlediğim için giderken BU KADAR ÇOK ACI ÇEKİYORUM.


Hoşçakal Ankara...


"İçim dolu dolu gidiyorum bu sefer. 
Ve yemin ederim. Gözyaşlarım bu sefer, sadece kalemimin ucundan.............. Yalan söyledim."








12 Şubat 2012 Pazar

Kahpe Kader :)

Ufacık bir anı anlatıcam size şimdi..

Tarih: 7 mart 2009..

Saklıkent Ankara'da Kurban konseri var. Kaçmaz dedik..
Oda da hazırlanıyorum.. 20 lira nakit param var.. para çekmiyim dedim o yeter..
Araba da yok.. Dolmuşla falan gidicez kızılaya. Halka inicem falan(!) :O 
Neyse.. Hazırlanma işlemlerim bitmeye yakın bir baktım, 20 liram yok..
Ulan ara ara yok.. Uçtu para..

Bir üzüldüm bir üzüldüm.. Bir ağladım sormayın.. Mert şahittir işte.. Ağladım "nasıl kaybederim param yok zaten babamdan istemeye yüzüm yok" falan diye hüngür hüngür ağlıyorum.. 
Mert ikna etti beni ya bırak hadi gidelim diye.. İyi dedim çıktım yurttan ama bildiğiniz mutsuzum..

Dolmuşa bindik, indik, saklıkente kadar yürüdük.. Tam kapıya geldik.. Kimliğim kayıp!
Hadiii.....
Ara ara yok.. Yer yarıldı içine girdi sanki.. Geldiğimiz yollardan geriye döndük.. Dolmuş durağına kadar gittik.. Yok hiç bi yerde yok.. İyice sinirlerim bozuldu tabi.. "Konserine sıçayım gitmicem ben.."
Mert yine ikna etti beni.. "bişi olmaz, hadi eğlenelim.. 20 liraya bu kadar ağlarsan olcağı o işte" dedi..

Hak verdim.. Gerçekten hak verdim.. Siktir et dedim ya, ne olabilir? Öyle kötü bir adamın eline geçicek de, sora adam cinayet işleyip cinayet mahaline benim kimliğimi atıcak falan.. Yok artık yani :)
Konsere girdik.. Hayvan gibi eğlendik.. O geceyi hiç unutamam heralde.. Mükemmel ötesiydi.. :)



Alın size o günden bir fotoğraf..

O zamanlar 42 kilo falandım.. Köktener beni omzunda taşıyabiliyodu ahh ah :))


Sora tabi yurda döndüm.. Dönünce ne göreyim? 20 lira yatağın içine düşmüş..
İşte o zaman dedim kendime.. "O kimliğin kaybolması sana müstehaktı" diye..
Ee sonra noldu?
Nolucak, pazartesi gittim çıkarttım tekrardan.. 

Bu kız bu konuyu burdan nereye bağlıcak????

Tarih tekerrür etti..

Tarih 11 şubat 2012

Gece 222'de güzelce eğlenelim diye, giyindim süslendim.. Çanta hazırlıyorum..
Bir baktım kredi kartım yok..
Hadiiiiii.. Ara ara bulabilirsen bul şimdi.. Yok kart kayboldu..
Mert'i aradım tabi adam otelinde kestiriyo.. Ağladım ağlıcam.. Gittiğimiz kafeleri aradık sorduk..
Yok hiç biyerde kart yok..

Başladım ağlamaya.. "Boşu boşuna iş çıktı, nolcak şimdi, bulan ya paralarımı harcadıysa?"
1-2 dakika içinde cüzdanımın içinden bir şey göz kırptı bana.. kartım ordaydı..
Tabi bulmam, ağladığım ve üzüldüğüm gerçeğini değiştirmiyor.
Karnıma kramplar girdi bütün bir gece, hemde sadece o 5 dakikalık stres yüzünden..

Neyse, güzel bir akşam yemeği ardından, disco uyanıverdi, bizi çağırdı, biz de gittik.. .)
Karnımın ağrısı geçti, kredi kartım sağlam, deli gibi dans ediyoruz, herşey süper..
Çaaatt.. Masanın üstünden çantam ve telefonum yere uçuverdi..
Eğildik bir baktık ki.. Telefonun arkasındaki cam paramparça..

Ağlasam mı, napsam bilemedim.. şok oldum..

"Buna ağlanır mı lan?" demeyin. Ben o telefonu ne kuyruklar atlatarak aldım sizin haberiniz var mı? :)

Telefona mı üzüleyim.. Yine kendi kendime bütün kötülükleri boş yere çektiğime mi üzüleyim siz söyleyin artık bana..
Sonuçta yapcak bişi yok değiştiricez.. Ama boşu boşuna iş çıktı..

Hem bu sefer, 3 sene önceki gibi "Amaaaan siktir et hadi dans et" de diyemedik..
Sanırım Köktener'in üzerimde ki ikna yeteneği baya baya bir azalmış.. Bu konuda çalışalım derim ben.. :))


Dip not: Sabah mediamarkete gittim. Sonuçta telefona özel kasko yaptırmıştım. Belki bi çözüm çıkar ordan diye üşenmedim gittim.. Kaskoya baktık ne görelim.. 1 senelik kaskonun süresi "9 ŞUBAT 2012" de dolmuş gözüküyor.. 

Kahpesin be kader.. Kahpesin(!)


Böceğim Mert Köktener'e ithafen yazılmıştır.. .)

8 Şubat 2012 Çarşamba

B-Çelişkiler

Daha işin başından bu kadar yoruldum..


30 sene daha nasıl çalışıcam ben?


Sevdiğin iş, yapabildiğin iş kavramlarının farklılığı beni korkutan..


Evet işimi çok seviyorum.. Ama ben alışveriş yapmayı daha iyi beceriyorum :)


Hani şey gibi bu..


Bazen hayatı yaşamayı, nefes almaktan daha iyi başarıyorum..


Elimde sigara varsa, o başka tabi .)





15 Ocak 2012 Pazar

Sakız Hanım ile Mahur Bey

"...
bembeyaz tenli bembeyaz saçlıydı sakız hanım
zaten onun için sakız hanım derdik kendisine
pamuk gibi elleriyle kemençe çalardı
eşi mahur bey önce biraz nazlanır
sonra oda kanunuyla eşlik ederdi sakız hanım'a
beraber meşk ederlerdi.. "


Bugün yemekte konu konuyu açtı da nerden çıktıysa birden "yaşlanıyoruz!" olduk.. Kimi 20 olmuş kimi 21, ben daha 19 um.. :) Konuştukça anladık, yaşlılık hepimiz için bambaşka şeyler ifade ediyordu.. Necla kırışıklık derdindeydi.. :) Bünyamin 35ine gelsin bi, göl kenarında sessiz bir ev alsın.. Eşiyle çocuklarıyla huzurluca yaşlansın istiyordu.. Masada ki diğer arkadaşlarım yaşlılık hakkında (paylaşmadıkları için) neler düşündüler bilemiyorum tabii.. pek çaktırmasamda, benim kafamda o anlık kendi yaşlılığım için güzel bir tablo oluştu.. :) Şehirden baya uzak, ahşaptan bir köy evinde ben Sakız Hanım gibi kemençe çalamasam da, pamuk ellerimle yağlı boya yapsam, Mahur Beyim de bana çaldığı müziklerle eşlik etse, şarkı sölese.. ilham kaynağım olsa, hep öle kalsa.. :)

Hayal kurmak güzel şey.. Hele ki birde olacağına inanıyorsanız, bambaşka bir mutluluk kaynağı oluveriyor hayallerimiz.. Hayal kurmaktan çekinmeyin sakın diye soruyorum.. hadi paylaşın benimle..

Yaşlılık ne ifade ediyor sizin için? Yaşlanmış "Siz" i anlatırmısınız bana? :)





Mahur Bey'ime, 


3 aralık 2008 :) ve hayallerimin gerçek olmasına ramak kalmış.. :)
Seni seviyorum..

10 Ocak 2012 Salı

B-Çocuk

Yüreğiniz başka, aklınız başka konuşursa eğer birini susturmayı tercih edersiniz.

Aklım, yüreğimi susturma kararı aldığı gün yazı yazmaktan vazgeçmiştim. Şimdi aklımın iplerini saldım sanırım yeniden yazasım geldi. Birden bire hem de, bir şarkı veya bir olay beklemedim.

Zamanı düşündüm bugün biraz. Ne kadar hızlı ve ne kadar hırslı bir şekilde geçtiğini. Ömrümden bir 6 ay daha geçmiş de haberim yok.. 6. maaşımı almama günler kalmış. 

Korkuyorum. Sanırım hep büyümekten korktuğum gibi, yine büyümekten, dünyanın sonsuzluğundan korkuyorum.

Ben korktuğunda hep kaçmayı tercih etmiş bir hatun oldum bu yaşıma kadar. Ne gidip birilerine sarıldım. Ne de dimdik durup savaşmayı tercih ettim. Hep yalnızlığı, korkularımdan kaçmayı seçtim ben. 

Ama şimdi büyümüş olucam ki, azıcık da olsa savaşıyorum. En azından savaşmayı öğreniyorum.

 Peki akıl oyunlarım neden savaştığımı farkedip beni biraz rahat bırakmayı hiç düşünmüyor merak ediyorum. Yeterince savaşmıyor muyum? Yoksa...

Yoksası yok aslında. Akıl dediğim ne ki? Onu da ben kontrol etmiyor muyum sanki?

Akıl dediğim şeyin iplerini salıp yazmıyor muyum bu satırları.

Ooff..

- İyi misin sen?

Çok mu belli kötü olduğum. Nedenini bilmeseniz de olur..

Olsun be! demek de zor artık, 
Hem çocuk düşlerimiz de yok artık.. değil mi?

Yüreğim konuştu, aklım dinledi. 
Yüreğim konuştu, aklım anlamadı.

Düşlerim de sustu.. yok yok, bu gece sadece yüreğim konuştu..


"kim ki dinlerse yüreğini.. bulur en tenhadaki düşlerinin en güzelini. Ama ya asla uzanamazsan? İşte o zaman, sustur yüreğini .) "


Sn. Ceren MUTLU'ya ithafen yazılmıştır. :)