27 Aralık 2016 Salı

Bebek'si

<< Bir şarkı takıldı beynime, "fazlası zarar" diyordu. "Evet" dedim ya, "fazlası zarar" işte. "Bunu bilmeyecek ne var sanki? Beni burdan dışarı çıkar."  Hep fazlasın, herşeyi fazlaca sevmek, fazlaca istemek konusunda master degree bir mühendis gibi davranıyorsun. Yeter artık. Büyü biraz!>>


İstanbul'a bakıyorum. İstanbul'un en güzel penceresindeyim üstelik. Boğazda, ucuz olamayacak kadar güzel olan, en ucuz yerde.

Yılların ne kadar hızlıca geçtiğine dair kötü bir hisle** ayılıverdim görüntüden. Lattem biraz fındık notlarının acılığını kapsıyordu ancak tadı damağımdaydı. Yutkundum. Derince.

Bu şehire ayak bastığım günlerde ne çok gelirdim buraya. Oyuncaklarına tutunmak isteyen bir çocuk misali, bu manzaraya aşık olduğumu düşünerek bağlanmaya çalışıyordum. Hata yaptım, en büyük hatam canlı sandığım bir görüntüye bağlanmaya çalışmaktı. İnsanlardı bağlaçlarım. İnsanlar. Değerli, güzel gözlü, sarı saçlı, bir kısmı gamzeli, bir kısmı şişko, sevecen yüzlü, sarıp sarmaladığında gücüne saygı duyduğum insanlar. Evet geldiğimde bomboştu buralar, insanlarımı bırakıp gelmiştim bu şehire. Bir manzara beni buraya bağlayamayacaktı. Bilerek, çok da iyi bilerek gelip bu terasa, ısrarla kahve içerdim. Bazen yanımda Ogün olurdu... Düşündümde.. Çoğunlukla Ogün olurdu aslında. Ağlardım ben de çoğunlukla. Gözyaşlarım akmasa bile, içime içime akıttığımı bile bile dinler, dinlerken buraları sevdirmek için cümleler sarfederdi. "Cihangir tam senlik" derdi, veya İstanbul'da bir manzaranın ne kadar güzel olabileceğinden bahsederdi. Bu şehire ilk geldiğinde yaşadığı buhranları, şimdilerde ise burdan nasıl kopamadığını anlatırdı. Haklıydı. Zaman ilaç olacaktı ama bilemezdim. O ilacın nerde satıldığını bile bulamayan, şehrin büyüklüğünde kaybolmuş bir kadındım. Üstelik beklemekle de işim olmazdı, şımarıktım.

Düşündüm, zaman o şımarıklıkları yüzüme vura vura geçmiş bile. 2016 nasıl bir seneymiş, ömrümden 3-5 yıl çalmış. Takvime bakınca 27 Aralık 2015 tam da Bebek Starbucks'lık bir pazarmış gibi görünüyor burdan. O zamanlar üzüldüğüm şeyleri hatırlamak için beynimi zorladığımda çok şey var ellerimde. ^^Derin şeyler.

Şehir. Evet şehir. Bu şehir olmamış bana. Kalabalık, boğuluyorum. Kalabalıklar içinde yapayalnızım, kayboluyorum.

İnsanlar, dostlarım. Evet yoklar burda. Şurda gece 23:00'ı geçerken arayıp, "ya biraz konuşalım mı, ama yüzyüze" diyebileceğim KİM-SEM YOK!

Ev. Evet ev başıma yıkılmış gibi. Evim. Evimiz yok gibi. Otel odasından farksız ki, o odalar bile çokça mutlu anlara sahip oluyorlar. Bense kaybolduğuma eminim o çöplükte.*

* Çöplük : Evim

Takvim, 27 Aralık 2016. İstanbul'a bakıyorum. Yine. Aynı manzaradan. O buhranlı dönemlerde kaçıp kaçıp geldiğim manzaradan bahsediyorum. Yanımda kimse yok. O zamanlar yakasından tutup, istese de istemese de zorla Ogün'ü buraya getirtirdim. Allah'ı var o da çok sever burayı. Şimdi yok. Muhtemelen adalar manzaralı ofisinde çalışıyordur şu an. Benden çok da kötü durumda değildir yani. Hava güzel, yazdan kalma ancak ayazlı biraz. İçime rüzgar üflerken karşımda, yanımda, etrafımda oturan insanların dikkatlice bana baktığını farkediyorum. "Ne yazıyor acaba" diyorlar muhtemelen. Bilemezler ne yazdığımı, sorsalar söylerim. Ama sormayacaklar. İstanbul böyle çünkü, bir adım geriniz sizi izleyenlerle dolu, size -arka çıkanlarla- değil. Kocaman kalabalıkta yapayalnızsınız, ve bunu ben bile öğrendiysem, hepiniz öğrenirsiniz. Buraya tutunmak için insanları tercih etmemelisiniz. Denedim. Olmuyor. Buraya tutunmak için, martılara, deniz manzarasına, havasına sarılmalısınız. Evet yani başından beri doğru şeyi yapıyorum. İstemsizce, bir kaç doğru yönlendirmeyle, düşe kalka anladım bunu. Ve evet, büyüdüm. Suçlu 2016 değil yani, suçlu benim biraz. Eskişehir suçlu belki de. Hep arkamda destek olmayı tercih ettiği için Eskişehir, büyüyememişim meğer. 2016 değil, İstanbul öyle bir büyüttü ki beni. İnanılmaz haldeyim. Geldiğim yere, olgunluğa inanamıyorum. 1 sene içinde iş değiştirebilecek vurdumduymazlığa ne zaman geldim? O şirketten çıkarken bir kaç gözyaşından başka hiç bir şey dökemediğime inanamıyorum mesela. Duygusal olarak bir şeylere bağlanmamak için oluşturduğum muhteşem mekanizmam devrede. İnsanlara olan bağlılığım yüzeysel, hele de hayatıma yeni girenlere. Onlar var olsunlar hep ancak, asla derinleşemeyecekler. Sevdim dediğim hiç kimseyi kendimden çok sevemiyorum artık. Mekanizma buna izin vermiyor. Kendimden çok sevdim diye kendimi kandırmaya çalışsam da bir şey oluveriyor, bir cümle bir davranış, kızıyorum ve evet ÇAT! bitiveriyor sevgim. Kendimi hep daha çok sevmeye odaklandım bu şehirde. Çünkü ben kendimi sevmezsem, o da beni sevmiyor. Şehir yani. Sevmiyor. Ne olursa olsun beni sevecek, ve benim onları seveceğim yeterince dostum var. Fazlasına da ihtiyaç duymuyorum. Mekanizma sağlam. Beni bana sevdiriyor, şehri bana, beni şehre sevdiriyor ve evet, yetiyor.

2017, güzel bir yıl olsun diye sağlam adımlarla yola çıktım. Her noktasına yakışacağımı düşündüğüm yeni bir iş ile başlayacağım bu yıla. İstanbul'a alıştım. Kaybolup gitmiyorum artık. Buraya yapayalnız gelmek koymuyor. İnsanların olmaması hoşuma bile gidiyor. Kitap okuyacak daha çok vaktim var, müzikle haşır neşir olmaktan mutluyum. 27 yıldır, hiç bir yaşımda bu kadar büyüdüğümü, bu kadar değiştiğimi, sosyal ve kültürel anlamda bir tık doygunluğa ulaştığımı hissetmemiştim. Yazmak keyif veriyor. Her okuduğum kitapla yazı dilimin geliştiğini görmek umutlandırıyor. Evim çöplük olamayacak kadar güzel artık. Çiçekli, üstelik bir sürü plaklı. Işıkları kapatıp, Ogün'ün ev hediyesi olan abajuru yaktığımda, dinlemekten keyif aldığım herhangi bir plağı o iğnenin altına yerleştirmek hoşuma gidiyor. Eskişehir'den dostlarım geldiğinde onlara vakit ayırmanın verdiği haz, yılda 3-4 sefer de olsa çocukluğuma göz kırpıyor. Yetiyor o göz kırpmalar. Ve evet, İstanbul'a alışmış olmak güçlendiriyor.

Güçlendim, büyüdüm. 1 yaş içine bir sürü yılı, yaşı birden sığdırdım. 27 yaş sendromunu başarıyla tamamladım. Manzara diyorduk. Ona sarıldım. Yılların hızlıca geçtiğine dair içimi kaplayan kötü his**, üflediğim sigara dumanıyla Marmara Denizi üzerinden uçup gitti. Lattem soğumuştu, bitmeye yakındı ancak derince tekrar yutkundurdu ve bir sözü getirdi aklıma. Bugün, işbaşı belgelerimi verirken güzel gözlerle gözlerimin içine güle güle bakan adamın sözü.

Tekrardan aramıza hoşgeldin.
- Evet, ben, aranıza H O Ş G E L D İ M.***


*** Haberi yoktu onun ama, kurduğu cümledeki "tekrardan" kelimesinin bende yarattığı duygu çok başkaydı. 1 seneden biraz fazla oldu bu şehre geleli ancak, geçtiğim 1 yıl hayatıma beni büyütmek harici hiç bir şey katamadı. Yitik bir yıl yani. Arkası dolu, içi boş bir yıl. O yüzden "Evet" dedim. "Ben" dedim ve duraksayıp, gülümsedim. "Ben, yeni ben, yani ben, aranıza tekrardan H O Ş G E L D İ M."

11 Aralık 2016 Pazar

~10

"Küçük insanları büyütenler iyi bilirler, her yavrukuş gibi uçulur bir gün yuvadan. Ama vücudun hiç olmazsa bir bölümünden arada bir bir sinyal gelir ve bir bakmışsın dönmüş ve tekrar gidivermiş. Sinir, nöron ve iletim işidir çünkü yaşananlar. Duygular aradan çıkınca, alışkanlıklara bağlı gelgitler yaşanır, bu alışkanlıklar tutuşunca, o yolu gösterir. Sana bir zamanlar emek verenin yolunu. Emek, değer, ve belki de kendinden büyük şeyleri verenin yolu hani. Dikenlerle çevrili olan yol, şu seve isteye geldiğin mesela. Hı?

Yolun sonu bir iyidir, iki iyidir. Üçüncü iyilik tatsızlık verir. Dördüncüsü mutsuzluk. Beşincisi tatmin etmez. Altıncısı saçmalıktır. Yedincisi hissizlik yaratır, sekizincisi ise sevmeden sevişmeyi. Dokuzuncu bir şeye "riför" etmez, onuncu "zaten olmasın"dır. Hal böyle olunca oldum olası dönen kuşlar kapının açık olduğunu görüp, bir arkadaşa bakıp çıkmak için sadece öyle bir uğramaya başlar sana. Sen de yanında kalanlar için kocaman sarılmaya devam edersin hayata. 

Ne bileyim, bir kitap alırsın, bir müzik açarsın, belki boynuna sarılır. Öperken farkedersin onu öpmeyi nasıl unuttuğunu. Kokusunu çekince burnuna, başlarsın ağlamaya. Özlemişsindir. Veya yüreğine oturur o koku. Kızarsın. Seni bu kadar yabancılaştırdığı için ona, hataların için kendine. Kızarsın."

Hayal kırıklıklarını sarma derdine değil, yeni hayaller kurma derdine odaklanınca, kırmızı yılbaşı çiçekleri gibi bol dikenli ama lezzetli görünebiliyor hayat kuşlara. Ve kuşlar kadar özgürlük için, topu topu ufak bir öpücük yetiyor. Sadece doğru insana..

~

25 Kasım 2016 Cuma

EsEs

Ulan bundan 4-5 yıl öncesi çok değil. 

Tek derdimiz havelkanın önünde park yeri bulamamak. Gece kafepi de cluba gidicez mesela, ulan bu gece ne içsek? 

Clubta niggas in paris çıksa da o bize ayrılmış merdivenlerde saçma sapan dans etsek. Gece çıktık diyelim. Köfte mi yesek kokoreç mi yesek? Yedik diyelim, eve mi gitmesek napsak?

3 araba peşpeşe konvoy halinde evden alır, eve bırakırlardı. Gençtik ya. Gencecik. O zamanlar harcadığımız parayı şimdi harcasak ev geçindiremeyiz. Nasıl bir enerjiyse haftaiçi 4te eve girip 7de işe giderdim. Şimdi haftanın sadece 1 günü bile uykusuz kalsam, en az bir akşam 19:00da yatıp sabaha bağlamadan geceyi yorgunluğum dinmiyor. 

Topu topu bir elin parmakları kadar arkadaş. Ne eş var ne çoluk çocuk. Serseri mayın gibi Eskişehir'in içinden geçtik. Ne bulaşabiliyorlardı, ne erişebiliyorlardı. 

Seneler de o elin parmakları kadar geçti birden. Göz açtık kapadık neredeyiz? Bugün eskişehirde hastanenin 7.katından bir pencereden gördüğüm tek şey, yorgunluğumuz. Hepimizin apayrı dertleri oluştu. Aşk acısı, evlat derdi, ana-baba dertleri. Ölümler, ev geçindirme sıkıntıları. Kaybolup gittik şehrin içinde. Ama hiç bırakmadık birbirimizi. En büyük şansımızdır. Hiç kopmadık, o omuzlar yanyana. Hiç koparamadılar. 

Ne diyordum. İsterdim ki o 4-5 sene önceye döneyim, bir Cuma gecesi delirmişçesine park yeri arayayım, Havelkanın en köşe masası ayrılmışçasına gideyim, bir duble Chivasımı söyleyeyim, Seçkinle sohbet ederken kapıdan benim adamlar girsinler sırayla, Safa Gürkan Yasin. Sonra napsak ne etsek, Pi de bulalım kendimizi. Change the way you kiss me çalarken havaya kalkmış ellerle oooh oh yapalım.(bunu da eskişehirlilerden başkası anlamaz) İsterdim evet. Tan şarkı söylesin, biz bir şişe viskiyi açtırıp en önden keyifle dinleyelim şu an. İş çıkışı dükkanları gezeyim, birinde çay birinde kahve içeyim. Canım sıkılınca ağlamak için Bayrağa araba çekeyim. Ağladığım da dert sandığım dert olmayan şeyler olsun. Ama zaman geçiyor. Büyüdük. Yine de keşke büyümeseydik dediğim an bir kaç saniye. Çünkü biliyorum şimdi kocaman bir ailede sade limonlu bir çay bize yetiyor. Defneyi koklamak yetiyor. Kahvenin yanında sohbet yetiyor. Sarılmak yetiyor. Dertleşmek yetiyor. Bu koca aile "her şey yaşında güzel" dedirttiriyor. 

Sağlık olsun da herşeyi hallederiz. Yanyana biz herşeyi hallederiz. Sağlık herşey. Sağlık olsun da gerisi boş, berabersek yaşlanmak bile güzel. 

Oh be..! 

Koy çayı Safa, dükkana geliyorum. :)

~Özlemişim ya burda olmayı. Öyle ya da böyle, çok özlemişim.  
Esesten sevgiler.

Edit:Kahve de olur. :))) 
Edit2: Toffee Nut Latte miiii?????? 

17 Kasım 2016 Perşembe

Pamuk

~Biraz anlasaydı pamuklara sarardı be.
Ben böyle sevilseydim, pamuklara sarardım.~

Nankörüz.
Yürüyoruz sevgi dilene dilene, Ceyl-an'ın dediği gibi ama yok. Dilencilere göz ucuyla bakmazken neden dileniyorsak.

Nankörüz.
Biraz nefes verseler, hiç durmadan içime çekerim. Çekerken de muhtemelen yorgunluktan kapanıverir gözlerim. Umurumda olur mu hayat dünya başkası? bilmiyorum bile.

Yazık.
Biraz anlasaydı, pamuklara sarardı seni.
Sen böyle sevilseydin, pamuklara sarardın eminim.

Nankör.
Dilensen de vermeyecek o sevgiyi, bağırsan çağırsan da sarılmayacak.
Acıya acıya, acıta acıta bitirecek.

Nankör.
Bitsin diyebilecek. Nefes dahi almadan, aldıklarını vermeden, biraz şefkat göstermeden, bitsin diyebilecek. 

Halbuki, biraz anlasaydın pamuklara sarardın be.
Ben öyle sevdim.

15 Kasım 2016 Salı

Uyu

Biraz sakinliğe, bir kaç büyük yudum alkole ve her şeye rağmen parıldayabilen yıldızlara olan ihtiyacım muazzam. Bence hayatla ilgili yanlış giden şeyleri toparlayıp bir bavula koymalı ve bavulu bir seyahat esnasında kaybetmeliyim. Bırakayım gitsin demedim bakın, uçurumdan atayım hiç demedim. Çünkü böyle kendi isteğimizle bıraktığımızda daha çok seviyoruz kötü, aslı kötü şeyleri. Sanki kötülükleri unutup, kötü bildiğimiz her ne varsa daha çok seviyoruz. Bir seyahat esnasında kaybolmalı her şey. Evet bir bavulla. Ve bir daha gelmemeli.

Biraz martı olsa etrafımda ne zararı olurdu ki sanki? Biraz martı sesi, bir büyüğe (hani şu danışılacak olan) ve her şeye rağmen doğabilen güneşe ihtiyacım muazzam. Bence kendimle ilgili saçma şeyleri kolilere sığdırıp hiç yolunu bilmediğim, dönüp tekrar gidemediğim bir evin bodrum katına koymalı ve unutmalıyım. Tekrar alabilecek olduğumda, atmaya kıyamayıp gidip alacağımda yani, ulaşamamalıyım. Yoksa delirmiş gibi bir kaç saat içinde gidip geri alabilirim. Çünkü delirmiş gibi değilim, gibisi fazla. Deli bir kadın kedileri sevip, onlara döktüğü zamana acır ya, delidir çünkü. Öyleyim. Ve evet kediler bir haberdir olup bitenden. Nankör kediler.

Belki de biraz uyumak iyi gelecektir.

Tek yapmam gereken şey uyumak.

Öyle bir uyumak ki...

Sakinlikle,
bir kaç
damla
daha
alkol
aldıktan
sonra,
yıldızları
inceden
süzebildiğim,
martı
sesleri
duyabildiğim
bir
bahçede,
rakı
şişesine
kafa
atmış
bir
babanın
(ki
her
şeyimden
ötedir)
göğsüne
yatıp,
ağlayarak
uyumaya,
gözlerimi
o
sıcacık
ellerin
silmesine,

güneş
doğuşuna
kadar
o
ellerle
sarıp
sarmalanmaya
ihtiyacım
muazzam.
..
...
Basit
değil
mi?

Uyu bubum.

B.


5 Kasım 2016 Cumartesi

*Dünya

Dün gece karalayıp durdum. Karalama diyorum çünkü gerçekten 3-5 kelimeden ötesine gidemedim. Kağıt kalemle kendini dost sanıyor ya insan. Onlar bile kazık atmış gibi hissettim ama suçsuzlardı. Herşey beynimin içinde, psikolojimin, ruhumdaki hastalıkların suçuydu. 

İyileşmek derdinde de değilim aslında, sadece biraz yazabileyim istiyorum. Tek yapabildiğim oymuş gibi çünkü, o da gidince birden korkudan ne yapacağımı bilemez bir halde uykusuzca oturdum sabaha kadar. 

Biraz ilham için bulutlara dokunmalıymışım meğer. Uçaktayım. Kalkış sonrası gördüğüm manzara şimşekler çaktı beynime. "Yaşamının anlamı" diye diye sayfalarca yazmış ya Oruç Aruoba. Öyle bir şeyler oluştu bünyemde. "Yaşamımın anlamı mı yok sanki, geldi işte" dedim. Düşündüm, gördüklerimden sonra gün doğumu kadar ilham verici ne olabilir, bulamadım. 

~Her doğan gün, her an dönen bir Dünya. 

~Güneşe kendi itaatkar, Ay ona. Bulutlara yemek veren bir Dünya

~Bir kaç kötü adamın yönetimiyle içinden çıkılmaz savaşlar barındıran, ancak herşeye rağmen kendini döndürebilen bir Dünya. 

Bunlar kafamdan saniyelerle sayılı zamanda hızlıca geçerken bulutların üstüne çıkıverdik birden. O turunculuğu sizlere gösterebilseydim eminim umut dolardınız ben gibi. Bulutların üstündeki pamuksu his kollarını açıp sarılmayı bekleyen bir dost gibi gülümsüyordu. Koskoca uzay boşluğundan parıldaması güneş ışınlarına rağmen yetebilen tek bir yıldız gözüme parıldadı. Yavaş yavaş doğan güneşin lezzetli ışıkları bulutlara vurdukça, sanki doymuş bir çocuk misali dans etmeye başlayan o ışık süzmeleri, umudun ta kendisiydi. 

Sonra bir baktım, yazmışım yine satırlarca, sanki dünya çok umutluymuş gibi kandırmış yine ve yazmışım işte. 

"Ah!!" demiş Dünya, "ne vardı savaşa kavgaya, görmeliydiniz tüm güzellikleri ve onlara sarılmalıydınız."

"Sevgili Dünya" demişim bense, "Ben gördüm sarıldım bile, keşke onlar da beni görse."

Sevgiler,
İstanbul'a iyi bakın. 

✈️✈️


27 Ekim 2016 Perşembe

*Gri

"Işığın üstüne senin karanlığın mı?
Avcumun içine senin kokun mu?
Hücrelerin böyle bir kadına mı?
Korkuların sevdama mı?"

Sonları da sevmem, başlangıçları da. Hiç bir zaman sevmedim griliği, ya siyah olmalı ya beyaz. Yaptım. Siyahı beyaza nasıl boyadıysam, beyazı da siyaha boyadım hep. Ama hiç gri olmadım. Tam siyahı diplerde koyulttum, tam beyazı da yükseklerde aydınlattım. Yaptım, öyle güzel yaptım ki, o karanlık gece de güzelce parlayan ay bile battı karşımda. İki çift gözle izledim hayretle. Zamansız doğan herşey gibi ayın zamansızca batışını diyorum, iki çift gözle izledim. Bir çifti benim gözlerim, diğer bir çifti ise içinden bakabildiğim gözler oldu. 

Sonları da sevmem. Başlangıçları da. Evet ben griyi sevemedim ama ne siyah olabildim ne beyaz. Kaybolmak isterdim o renklerde biraz ama izin vermediler. Kaybolur gibi olduğumda omzumdan çekip çıkaran, sırtlayan, yanımda benimle göğüs gerenler olmasa bir hiç gibiydim ama yaptım. Siyahı beyazla boyadım. Bir yağmur yağdı, bir soğuk esti, siliniverdi kaldı griler. 
~
O yağmur yüzünden gri bile güzel geldi. 

Hatta öyle güzel ki. Gelişini sevdiğim gibi sevdim gidişini o beyazın. 

Uçuk pembeden daha açık, toz gibi uçuşan kelebeklerden daha kısa ömürlüymüş ama beyazdı işte. Öyle güzel ki, yaptım dedim. 

Ben yaptım. 

Sonun başlangıcı koydum o rengin adını da. 

Gri değil. 

Grileri sevmem çünkü. ^^

19 Ekim 2016 Çarşamba

Dön Bak Dünyaya^^

"Yalnız kaldıysan, kalkıp pencerenden bir bak
Güneş açmış mı, yağmur düşmüş mü
Dön bak dünyaya
Herkes gitmişse, sakince arkana dön bir bak
Dostun kalmış mı, aşkın solmuş mu
Dön bak dünyaya"

Bir sonbahar kadar yalnız, bir kış kadar savunmasızım. 2016'yı sevmedim. Nedenlerim var. Farklı bir çok olasılığı peşinde sürükleyen bir sürü neden.

İlkbahar değilim evet, yolu yarılayalı çok oldu. Ama doğru ama yanlış güzel bir yol gittim. Güzel dedim, güzel sayılamasa da kötü olmayan.

Dönüp baktığımda elimde avucumda bir kaç insan, güzel bir aileden başka hiç bir şeyim yok. Bir arabam, bir kaç paket sigaram, bir de anlamsızca beni iyileştirmek için çabalayan bir kaç insan harici HİÇ BİR ŞEY.

Ben mi yorgunum, onları mı çok yordum bilinmez, artık sesleri de çok çıkmıyor biriktirdiklerimin. Arada arabam gaz veriyor, sigaram bitip yenisini yakmam için göz kırpıyor o kadar. İnsanlardan ses yok.

Fani dünyadan, maneviyatı yüksek ne kazandıysam kar deyip çekip gidesim geliyor. Dün ilk defa hayatımda yeri önemli olan birine "hiç ölmeyi düşündün mü?" diye sorabildim. Zor bir soru çünkü, hassas konu.

"Ben çok düşünmüyorum" dedi, 22 yaşındayken düşünmüş, "Ergenmişsin" dedim. Peki ya şimdi? "Sen düşünüyorsun bence, sakın" dedi. "Düşünmüyorum" dedim, yalan söyledim. Nasıl yalan söylemem. Sürekli düşünüyorum mu demeliyim? Nasıl derim?

Döndüm baktım dünyaya, elimde yanan sigaramdan başka, hiç bir şey kalmamış gibi hissettim, YİNE. Akşam güzel şarkılar dinleyip ağladım, kapı çalana kadar. Gözlerimin şişliğinden anladı ama, ses etmedi. Kapı çaldığında gülücüklerimi yüzüme kondurup apar topar duşa girdim. Çünkü bir değerli insanı daha kaybedemezdim.

"Asla vazgeçme,
Kalkıp da pencerenden bir bak
Güneş açmış mı?
Yağmur düşmüş mü?
Dön bak dünyaya..."

^^

18 Ekim 2016 Salı

^^Rüya

Gecelerini rüyasız geçirdiğini sanan insanoğlu bilmiyormuş ki, tek sıkıntısı rüyalarını hatırlayamamakmış. Aslında hepimiz her gece olmasa da çoğunlukla rüya görüyormuş, ve hatırlayamadığımız için kapkaranlık bir geceyi gözlerimizi açarak sonlandırıyormuşuz.

Benim için bir çoğu gün içerisinde "Bu ne demekti şimdi?" "Ne anlam çıkaracağım?" "Ne alaka ya şimdi, ne alakası var yani?" diye kendimi yiyip bitirdiğim şeyler haline geliyor. Bilinçaltı veya değil, düşündürüyor. "Nerden çıktı şimdi" dedirtiyor. İyi mi kötü mü bilmem. Dün gece gördüğüm rüyalar sonuçsuzca bugün kafamı kurcalıyor. Bilinçaltıysa derhal üste çıkmasını diliyorum. Öylesineyse de daha fazla kafamı karıştırmamasını.


^^ Hava da bir değişik, basık. Ne alakaysa canım Taksim çekiyor. Biraz soğuk eser İstiklal ama, yürümek, sokaklarda kaybolmak keyifli olabilir. Rüyaysa da uyandırır alarmım, üşümemek için sabahlığımı üstüme geçirir ve bir dal sigara yakarım.

Çünkü hayat basit denklemler.

Ve eğer rüyaysa hayat uyandırır ölüm. Yine bir iki dal sigara yakarım. Sigara önemli. ☺️

11 Ekim 2016 Salı

Sahipsiz~

Canı alan aldımı şu üç günlük dünyada ne iğne sözler kalıyor, ne sert duruşlar, ne kırık kalpler. Eşyalar kalıyor! Bir tek sahipsiz eşyalar kalıyor geriye. Canı olana saygı bundan geliyor, sevmek bundan anlamlanıyor, sarılmak bu yüzden güzel. Eşyalar kaldımı geriye "seviyorDum" demenin nesi lazım? Kırılan kalp çok mu zor toplanıyor? Kim demiş? Canı alan aldımı öyle toplanıyor ki eşyalar, o zaman anlaşılıyor kırılan kalplerin de ne kadar kolay toplanabilir olduğu. Ama iş işten geçmiş oluyor. 

Kimse için geç olmasın. Geç oldu mu daha bir acı oluyor. Bu dünyada ne iğne sözler kalıyor, ne sert duruşlar, ne kırık kalpler. 

Eşyalar kalıyor bir tek. 

Sahipsiz eşyalar.

28 Eylül 2016 Çarşamba

Klostrofobi

Herşeyde bir hayır vardır derler. Zaman zaman inanır zaman zaman aksini iddia ederdim. Ancak varmış. Varmış bir şeyler. 

Dün iş yerinden sevdiğim bir abimin oğlu oldu. Hastaneye ziyarete gidelim diye başka bir servise binmiş bulundum. Üstelik yolun yarısında öğrendim ki, kendisi hastanede değilmiş. Boşu boşuna kozyatağına kadar gelmiştim. Ne yapsam ne etsem derken, Kartal'a dönmenin ne kadar klostrofobik olacağı düşüncesiyle yandım tutuştum. Karşıya geçmek de öyle. Mert(eşim) karşıda olduğu için o çok daha mantıklı görünüyordu ancak, orda bir de Marmaray adlı kahpe vardı ki, bırak klostrofobikliği deniz altı su mu ıh bıh derken korkulu rüyam gibi bir şey idi. 

Tam o sırada koluma giren güleryüzlü yüksek sesli tatlı mı tatlı bir kadın hayatımı değiştiriverdi. "Bebeğim ben seni götürürüm hiç bişicikler olmaz" dedi en şirincecik haliyle. Ne kıyabildim, ne bu klostrofikliğimden bahsedebildi utancımdan.  Tamam olur dedim. Sonra gözümü açtığımda yenikapıdaydım. Klostrofobi geçmemişti belki, yanaklarım kıpkırmızıydı ancak, beni yenememişti de. 

Üstünden tam 24 saat sonrası, servis kaçırma, kendini kartal metrosuna bıraktırma, ve metroya yapayalnız binip, iki uzak nokta olan Kartal-Kadıköy istikametini tamamlayla sonuçlanıyor. Yani o hatunla ben metroya binmeseydim, sanmıyorum şimdi böyle gönül rahatlığıyla girivereyim o tünelin içine. Hayır mı şer mi derler ya, Alp bebek bana bile hayırlı gelmiş, haberim yokmuş. 

Teşekkürler güler yüzlü hatun.
Teşekkürler Alp bebek. 
Ve... 
Teşekkürler Can Mahmut Doğan. 

Geldim sayılır yani, haberin olsun. ☺️😉

21 Eylül 2016 Çarşamba

Eyvallah

İçimdeki insanlara zarar vermemek adına çok zarar gördüm biliyor musunuz? Tanıdığım bildiğim hallerinden "birden" değişseler bile sanki hep onlar benim bildiğim sevdiğim gibilermişçesine kalsınlar diye saatlerimi günlerimi düşünmemek üstüne harcadım. Böyle dönemlerde alkolik oldum, sigarayı içmedim, yedim. O asla ama asla kişiliklerine özel oluşlarına kıyamadığım herkesi, kalbimin en güzel köşelerinde saklamayı bir şekilde bildim. Başardım bunu. Hatta belki de sırf bu yüzden gün be gün üzüldüm, acı çektim.

Hayatıma giren ve girdiği gibi kendi isteğiyle apar topar çıkan insanların her biri iyi kötü bir sürü şeyimi aldı götürdü. Olay böyle olunca gün be gün ben de değişmeye başladım. İyi yönde değildi değişimim, kötüydü. Üstelik değişim şunu çağrıştırıyordu. "Bir sonrakini daha iyi koru. Bir sonraki gitmemeli." Hal böyle olunca her giden gibi gidince en yeniler daha çok acı daha çok yıkım yaşattı bana. Değişmek yaramadı yani, taşlaşacağıma yumuşamıştım, haberim yoktu.

İşin kötü tarafı bir öncekileri anlatıp dertlendiğim, dert yandığım, omzuna kafamı yasladığım herkes, yumuşak taraflarımı bile bile vurdu. Bile bile acıttı. "Bu kadar yumuşak kalpli olma, yumuşak başlı olma, bu kadar yüz verme, üzülüyorsun. Üzülme." diye diye başımın etini yiyebilen insanlar teker teker o yumuşak kalbimi ezdi, yumuşak başımı yedi, verdiğim yüzleri duvardan duvara vurdu. Üzdü. Üzdü. Çok üzdü.

Bir kez olsun vazgeçtim demedim. Belki demeliydim, daha az acıtırdı. Vazgeçtim yerine senin canın sağ olsun dedim. Vicdanımı rahatlattım. Üstelik vicdan kötü insanların kendilerini rahatlatmak için başvurdukları bir şey idi. Literatüre göre onca iyiliğimle kötü çıktım.

Vallahi kötülükten değil, güçten mi diyorsunuz?

Güçten değil be, kendime tutunmaktan. Kimse bilmez, hiç biriniz bilmezsiniz ama, ben bir tek kendime tutunmakla büyüdüm. Ondan bu sağlık olsunlar, canın sağ olsunlar. Sizden değil.


Beni üzmek nasıl bir şey ya? Anlatsanıza biraz?
--Vazgeçtim.(!)
Sessizliğiniz tam kıvamında.

Eyvallah.

B.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

Çat

İnsanlar biriktirmişim. Dolu dolu, kıpır kıpır insanlar. Hepsi de bir şeyler alıp alıp gitmişler benden. Kimi sabrımı tüketmiş, kimi sevgimi. Yine de durmadan dolduruyorum insanları etrafıma. Bana, benim çehreme yakışsınlar yeter.

Bazen birilerini silip atmak kolay olmuyor, bazen de kendi kendilerini siliveriyorlar zaten. Zamanla değil, pat diye, küt diye çat diye.

Olsun diyorsun, nasılsa bir daha böyle olmayacak.

B.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

Unsteady 〰

Biraz huzur, biraz çilek, biraz yıldız, biraz martı. 

Belki güzel bir müzik. Bir fırt sigara, bir yudum bira. 

Güzel bir kahkaha, sakin bir uyku. 

Çok mu şey istedim diye düşünüyorum? Hayattan çok mu şey istedim? 

17 Temmuz 2016 Pazar

Kar Tanesi

Kötü günler geçirdik biliyorum. Kendi dertlerimizi unutup bir olduk, bazen "ulan böyle şeyler yaşamasak da paramız yok diye üzülsek, ne bileyim aşk acısı çeksek daha iyi olmaz mıydı?" dedik.

Ama geçiyor işte.

Kara lekeler sayfaları kirlettiği gibi kalıveriyor orda, hayatımıza devam ediyoruz. Haberlerde görürsek "kapat artık izlemek istemiyorum" diyoruz. Sosyal medyadan videoları artık izlememeyi tercih ediyoruz. Duygusal çöküntümüzü gidermek için evden çıkıp hava almayı tercih ediyoruz. Sonra bir bakıyoruz başkalaştırılmış toplumumuz kornalarla sevinç konvoyları atıyor. Pes diyoruz, "pes be kardeşim!"

^^"Hiç öpmeyim canım, sen çok cahilsin." gibi.^^

O kara geceyi de sayarsak bugün 3. gece. Kendimi kafa olarak rahatlatmam gerektiğini düşünüp yarın işe gidecek olmanın stresi üstüme bastıkça daha çok yoruluyorum. Müzik güzel geliyor yalnız ruha. Bugün gidip iki plak daha alarak kendimi biraz şımarttım ben. Kendimizi biraz şımartmazsak zaten yaşamaktan keyif alamayacağız bu ülkede. Çünkü onlar bizi şımartmak için hiç bir şey yapmıyor. Bakın mottonuz olsun bu, unutmayın bunu.

Bu arada Teoman ne güzel adam. Albümün başlarında "bir kar tanesi ol, kon dilimin ucuna" diyor, sonralarda ise küçük bir kar tanesinin onca yolu uçup tam da dilinin ucuna konduğundan bahsediyor. Umut veriyor. Olmayacak bir şeyleri olduruyor, keman sesleriyle balonlar uçuruyor kalbimden.

Uçan balonlar nereye gidiyor diye sorguladım birden? Patlamıyorlardır belki ne biliyorsunuz? Evrene gönderilmiş mesajlarımızı yiyen uzaylılara inanıyoruz da uçan balonları kaçıran uzaylılara neden inanmıyoruz?


Öyle işte.

Zaman hızlıca akıp gidiyor. Bu ülke ömrümüze kara kara sayfalar bırakıyor. En azından güzel sözler güzel sesler var hayatımızda, gözlerimin önüne o gencecik askerler gelmeden sadece gitar sesinde kaybolmaya çalışıyorum ancak..... Sadece çok üzgünüm işte, sizler gibi ben de çok üzgünüm.. Ve bu üzgünlük geçmesin istiyorum sanırım. Hayatımıza devam edemeyelim...

Ya da gelin gidelim buralardan..

Hadi, bir an önce gidelim..

B.


"al tüm param bu dedim
boşver dedi sende kalsın
bir parça yeter ufak
kopar ver yiyeceğinden
etrafına bak 

onlardan olma sakın
yola koyul küçük küçük 

git buralardan"









13 Temmuz 2016 Çarşamba

*=)

Biliyorsun değil mi?

Yakalar bir araya gelmeyecek, işler rast gitmeyecek, bu sıkıntılar senden çıkmasa bile bir gün kızından, kardeşinden çıkacak, ya da başka bir adam senin başkalarına yaşattıklarını sana yaşatacak. Kahrolacaksın, gün o günü gösterdiğinde şimdi olmadığı kadar akıllara geleceğim.

Ve o gün biz, ben keyfim ve kahyam çok eğleneceğiz. Çok. :)

B.

11 Temmuz 2016 Pazartesi

^^

27 yıl, 50 yıllıklara kısacık gelse de, bana size ona koskoca 27 yıl demek işte. :) Geriye dönüp baktığımda güzel anılarım tatlı dostluklarım mükemmel ailemin dışında, bir sürü yanlışı, kötü insanı, boşa harcanan zamanı, yanlış arkadaşlıkları, yapılan hataları hatırlatıyor. Sonra 28den alınan ilk gün neticesinde, önüme bakıyorum ve.. Güzel bir işim, bir miktar yenilesi param, güzel bir evim, tatlı bir kocam, eğlenceli bir ailem, sevgime değer arkadaşlarım dostlarım kardeşlerim ve onların verdiği sonsuz sevgiyi görüyorum.

Sonra diyorum ki içimden "Biriktirdiklerin yeter de artar." ❤️

Pişmanlıklar büyütüyor insanı, yaş yıl hikaye. Mutsuzluklar, kayıplar, değersizlikler, sevgisizlikler büyütüyor güçlendiriyor. 27den gün aldığım yaşımı hiç sevmemiştim zaten. İşimi evimi şehrimi değiştirdim. En büyük destekçilerimden biricik amcamı kaybettim. Ailemden uzakta yaşamaya başladım. Kazık yedim. Kazık yedim. Kazık yedim. 27den gün almak yetti anlıcağınız. 

Neyse ki yavaştan 28 geldi. Balonlarla, minionlarla, plaklarla, sevgiyle geldi. Hoşgeldi. 

İyi ki doğdun Bubum 
İnan seni ben de çok seviyorum. 
Yeni yaşımız güzel geçsin. Huzurlu. Ağaçlı. Kahveli. Belki bir miktar martılı. Bunu hakettin 〰 

Merhaba 28, iyi ki geldin! 🎈


B. 

30 Haziran 2016 Perşembe

Barışabilir miyiz?

Sadece barışmak istiyorum. Tüm düşmanlarıma kıskanılacak, kızacak hiç bir şeyin olmadığını, beni sevmek isterlerse sevecek illa ki güzel bir şeyler bulabilceklerini söylemek. 


Sadece barışmak istiyorum. 


Tüm dünyanın barışmasını, huzur içinde olmayı, sevmeyi. 


Sevmeyi istiyorum evet, silahsız, bombasız, sadece müzikle mutlu olabilceğimizi göstermek istiyorum. Yatağımda huzurluca, belki bir hastalıktan yahut yaşlılıktan ölmek istiyorum. Devletlerin kininden, devlet büyüklerinin hatalarından ölmek istemiyorum. 


Evet terörü bile yenebileceğimizi düşünüyorum. Kendini terörist olarak adlandıranları sevgisiz toplumların yarattığını düşünüyorum, hatta eminim. Kim neden niye hem kendini hem çevresindekileri öldürmek isteyebilir ki? 


Peki biz bu sevgisizliği yenemez miyiz? Nefes almaya başladığımız anda bile anne sevgisi gözlerimizde parıldamışken, neden yenemeyelim? 


Ama önce barışmak istiyorum. 


Önce biraz barışabilir miyiz? 😔




B. 

23 Haziran 2016 Perşembe

Naz'ım

Bana şimdi Piraye'den, Nazım'dan veya Vera'dan bahsettirmeyin.

"Kol saatimin kayışına ismini kazıdım" yazmış, kayışa bir bakıyorlar ne Piraye'si, bildiğin Vera yazıyor büyük harflerle.

Çok aşık kadınların sonu belli işte.

Şimdi çekilebiliriz.

14 Haziran 2016 Salı

Karamel

Biliyorum İstanbul bana fazla geliyordu başlarda. O fazlalığın içinde kaybolup saçma sapan dertler bile edindim. Omuzlarıma yükler bindirdim. Saçmaladım. Düştüm. Kalktım. Sonra bir daha. Bir daha. 

Sıyrılmak kolay değildi belki ama istemek birincil kolaylıktı. Sonralarda istedim. Sıyrıldım bu düşüncelerden. Kaçmak fikrinden, koşarak uzaklaşmak fikrinden vazgeçtim. Sarılmak istedim bu şehire. Ben istedikçe o beni daha çok sevdi, daha çok sahiplendi, evim olmak zorundaydı İstanbul. 

Şimdi uzaktan baktığımda, kendime, hayatıma, evime, İstanbul'a, gördüğüm sahne hem mutluluk hem gurur verici. Ancak önemli bir detay sahibiyim. Ve bunu paylaşmak zorundayım. 

Herşeyi konuşabilmek zordur. Bilirsiniz. Ben de tam oraya gelmeye çalışıyordum. Herşeyi konuşabilmek zor. Evet. Ama öyle güzel ki. Seni anlayan, dinleyen, yeri geldiğinde karşında durabilirken yeri geldiğinde omzunun hemen üstünde kocaman yürekli bir el konumuna sahip olabilen insanlar nasıl da güzel ve kıymetli. O insanlar kaybedilmemeli, o insanlar kaybolmamalı. Ve ben şanslıydım, bu şehirin o hiç kalabalığında ben böyle bir insanı İstanbul sayesinde kazanabilmiştim. 

İşte bu güzel bir detaydı. Çünkü İstanbul'da korkunç kalabalık üstüne üstüne gelirken sadece 1 kişilik bir koruyucu ordu seni o savaşlardan çekip çıkarabiliyordu. Seni bir kaç ayda büyütebiliyor, ailene sıkıca sarılmanı, işine, evine, arabana sahip çıkmanı sağlayabiliyordu. Sahne açıktı. Daha önce de söylediğim gibi, kendime uzaktan baktığımdaki sahne tertemizdi, mutluydu. 

"..Bugün tam 3 saat trafikte kaldım İstanbul.  Ve biliyor musun, 1 dk bile sıkılmadım. Çünkü konuştum, dinledim, dertleştim, anlattım, güldüm, ağladım, bir daha güldüm. Güzel bir kalp gördüm, tekrar tekrar gördüm, ve görebildiğime tekrar tekrar şükrettim.. 

Yenilmedim sana biliyorsun değil mi?
Yenilmedim İstanbul, yenilmedim."

İçinde bolca karamel notu olan kahve aromalı bir şey İstanbul. 
Tatmalısınız. 
Ama sadece kahve aroması yetmez. İçerde bir yerlerde o karameli bulmalısınız. 

Sevgilerimle. 
B.

16 Mayıs 2016 Pazartesi

Bir Küçük Kirpik Meselesi

Küçük ve karmaşık bir kirpik meselesi aslında hayat.

Evet.

Kırpıştırılan veya elle ovuşturulan gözlerin ucundan kopuverip, defterin bembeyaz sayfalarına doğru intihar eden bir küçük kirpik meselesi.

Ya sımsıkı tutunur, dayanırsınız o ovuşturmalara. Ya da bırakıverirsiniz kendinizi, ne olacaksa olur. Düştüğünüz bembeyaz bir sayfaysa ne âlâ. Belki birileri sever, tutar saklar sizi. Peki ya kapkaraysa düştüğünüz yer? Görünmezseniz? Ya birileri basar üstünüze, ya da ordan oraya yapayalnız sürükleniverirsiniz işte.

Kirpiksem ben de, düştüm mü bilemedim, sanki ufacıcık bir kısımdan hâlâ bir miktar tutunuyor gibiyim.

Düşeceği yeri bilmeden atlayacak kadar özgür değilim çünkü artık. Sevdiklerimi düşünmek zorunda kalacak kadar büyüdüm. O yüzden düşmemeli kirpikler. Hele de yaşlardan, yaşlı gözlerden düşmemeli.

"Neyse."

Mazhar, Fuat ve Özkan Bey'ler "Vurgun yedim" derler iken, güneş yavaş yavaş batmakta İstanbul'da.

Hava balkonda sigara ve bira içmelik, belki bir de bir kaç cümle yazmalık. Yazarken gözleri doldurmalık. Boşaltamadan bir sigara daha yakmalık. Bir kaç sefer daha düşünmelik, sevmelik, bakmalık ve yazmalık..

"Düşmesin kirpikler.
Hem ben yalan söyledim.
Kirpikler BÜYÜK mesele."


S.
Bubuksultan

3 Mayıs 2016 Salı

Defne

Dün geceden başlayan bir sıkıntı aslına bakarsan. Gece ne uyku uyuttu, ne rahat oturttu. Dayanamadım, gecenin bir vakti aradım annenle babanı. "İyisiniz değil mi?" 

Annen "biraz belim ağrıyor, ama normalmiş" dedi. Baban "beni bile uyku tutmuyor en ufak harekette uyanır oldum" dedi. 

"Yanınızdayız" dedim, dilimden çıktı, gönlümden de. Ancak uzaktım. Uzak olmak çok zor, insan bir telefon kadar uzakta olmakla yetinemiyor böyle zamanlarda.  

Gece zor bir geceydi, uyku tutmadı bu bir gerçek. E dolayısıyla sabah da öyle oldu. İş yerinden arkadaşlarım ellerinde tansiyon aletiyle peşimde dolandı bütün gün. Bir sıkıntı. Babanı arasam olmuyor, annene zaten ulaşılmıyor. Tabi benim durumumdan kimsenin haberi yok yine. :) kendi kendime ailenle ve senle cebelleşip duruyorum. 

En son 15:21de dayanamadım aradım babanı. Ses tonu endişeli gibiydi. "Hala bekliyoruz, bebeğin hareketleri yavaştı sabah" dedi. Bebek sensin bu arada. Bu konuşma gerçekleşirken bir zippo sesi geldi arkadan. İçim içimi deldi o zippo sesiyle. Baban için normal miydi bilemem ama bana normal değildi o ses. Hemen Mert amcanı aradım. "Safa tedirgin, sesinden anlarım ben, çaktırmamaya çalışıyor gibi. Erken çık, Eskişehir'e gidiyoruz."

1 saat nasıl geçti onun üstünde sen büyüdüğünde konuşucaz(!) :)

Yola çıktığımızdan bir haber olan babandan gelen içinde endişe kokuları içeren "acil doğuma aldılar" mesajıyla Yasin Amcanı aramam bir oldu. Yasin amcan "Hastaneye gidiyorum şimdi haber vericem" dedi. Senden haber gelene kadar geçen süreyi de istersen sen biraz daha büyüdüğünde konuşalım. Zira bana yaşattığın stres ile 80 tane sen gibi bebek doğurmuş kadar oldum. :) 

Sonra bir telefon;

-Yasin? NOLDU?

Y: Doğdu bizim kız. :)

-Nasıl yani doğdu mu? Nasıl?

Y: Evet camdan görüyorum şu an çok iyi.

-Nasıl yani iyi mi? 

Y: Evet iyi lan işte görüyorum. 

-İyi yani? Esin?

Y: O da iyi?

-İyiler yani?

Y: Oğlum iyiler diyorum ya. Safayı veriyim mi?

-(Sessizlik)

Y: Neyse sen ağla bir güzelce, ararsın sonra. :)

.. 

Öyle işte güzel kız.. Haberini aldığımız günden bu yana sende gibiyiz. Şimdi de sen bizdesin. İyi ki geldin. 

Ha bu arada. İyisin diye gelmeyecek değiliz ya. Sana doğru geliyoruz. Yoldayız. 

Neden gittiğimizi soran olursa "onlar benim kardeşim, o minik kız da benim canım" diyorum. 

Yetiyor...

Görüşmek üzere. :)

Defne Üstünbaş
03.05.2016 ❤️

24 Mart 2016 Perşembe

bir eksik

"Yeğenim, sen sen olasan, aciz olmayasan."


Kara bir cumartesi sabahına uyandım geçenlerde. Uçaktan indiğimde memleketimi tanıyamadığıma bile üzülemeden sarıldım tüm sevdiklerime. Amcamı kaybetmiştim. Üstelik bir daha bulamayacaktım da. 2 gece önce konuştuğumuz cümleler, telefonlardan havaya uçup gitmişti. Sesini duymak için çevireceğim telefon numarası bile yoktu artık üstelik. Bir daha konuşamayacaktım.

Acım tarifsiz. Allah kimseye böylesini yaşatmasın.

Baba yarısı derler ya, bırakın yarısını belki tamın bir eksiğiydi.

Gözümün önünden ne o muzip gülüşü, ne o ince bakışı gidiyor. Kulaklarımdan sesi silinmiyor. İnce ince söyleyip düşündürdüğü sözleri unutulmuyor. Sarılışı da gitmiyor benden, her zor her önemli anımda fotoğraf karelerinde arkamda, yanımda oluşu da.

Öyle olunca kapkara bir cumartesi sabahına uyandım geçenlerde. Tutunacak en büyük dallarımdan birini koparıp aldı benden hayat. Amcamı kaybetmiştim. Üstelik bir daha bulamayacaktım da...

---------------

Kulağımda sesi var, hep aynı cümleyi söylüyor.

"Yeğenim, sen sen olasan, sakın ha aciz olmayasan."

 

Çok sevmiş ki, erkenden aldı seni yanına.
Hem neyini, nasıl sevmesin ki?

Mekanın cennet olsun amcacım. Nur içinde uyuyasın.



3 Şubat 2016 Çarşamba

Döngü

"Neyse, bunları seninle konuşamam.
Bunları dostlarıma da anlatamam. Ki hayat onları bile çaldı elimden.
Anneme babama anlatamam.
Kendimle hele hiç konuşamam.
İnsan sevmediği biriyle konuşamaz ki."

Bugünlerde bir dal sigarayla hiç kimseyle olamadığım kadar yakınım. Arabamın direksiyonuyla da öyle. Hatta harfler kelimeler cümleler ile daha çok kardeş oldum. Aileyim onlarla. Ama yok yahu, siz yine de anlatın. Ben dinlerim. Sigaram da dinler. Hem benden alışkın o iç çekmelere.

Hadi dinliyorum.

~ Boşluktasın öyle mi? Hedeflerine uzaksın. Ah, hayat çok zor değil mi?
~ Sevdin öyle mi? Çok sevdin. Ah, yazık sana. Sevmemek lazım aslında değil mi? Acı tecrübelerle sabit.
~ Anlat anlat. Neredesin şimdi? Yalnız mısın? Ah, yalnızlık çok zor değil mi? Bazen de ihtiyacın.
~ Söylesene neyin var? Yapabileceğim bir şey?
~ Ne demek daha önce duymadım?
~ Daha önce kimseye sormadın mı yani ihtiyaçlarını?
~ Ee, sen, daha biraz önce çok sevdim demiştin. Sevmeyi bilen biri olarak nasıl? bilemezsin sormayı?
~ Peki ya sarılmayı? Birinin hıçkıra hıçkıra ağlamasına izin verip, onunla ağlamak isteyip üzülmesin diye gözyaşlarını içine akıttığın hiç mi olmadı yani?

Benden kötüymüşsün be dostum sen..

Bugünlerde bir dal sigarayla hiç kimseyle olamadığım kadar yakınım. Arabamın direksiyonuyla da öyle. Hatta harfler kelimeler cümleler ile daha çok kardeş oldum. Aileyim onlarla. Neyse anlat sen yine de. Sen yapmadın ama senin için yine gülümserim ben. Sigaram da gülümser. Hem benden alışkın o karşısındaki ağlarken, güçlü kalıp gülümsemeye.

"Neyse, bunları seninle konuşamam.
Bunları dostlarıma da anlatamam. Ki hayat onları bile çaldı elimden.
Anneme babama anlatamam.
Kendimle hele hiç konuşamam.
İnsan sevmediği biriyle konuşmaz ki."

o_O

Hepinizden nefret ediyorum. Bütün insanlardan, ailemden, hayatımda olan herkesten. Hayatımın bu noktaya gelmesine engel olamamış, beni durduramamış, bana engel olamamış, beni böyle sevmiş herkesten nefret ediyorum.

Uzaklaşın, uzaklaşın çünkü son çareme çok az kaldı.

Lanet olsun kendimden daha çok sevdiğim hepinize. Daha fazla üzülmenizi istemediğim için yaşadığım hayatıma lanet olsun. Bir tek gün bile gerçekten mutlu oldum mu bilmiyorum. Gerçekten tek bir günümü bile sorgulayamaya dayanamıyorum.

Telefonun ucunda sizi mutlu edebilecek tek bir insan bulamamak ne demek biliyor musunuz? Şu an son an bile olsa, aramak isteyeceğiniz tek bir insan bulamamak ne demek?

...









"Mutlu olamadığım her gün için mi ölücem ben? Yaşadım da mı ölücem?"

2 Şubat 2016 Salı