31 Aralık 2018 Pazartesi

2018 Kapanış

Yarın hiç birşey değişmeyecek. Hepimiz öyle eminiz ki, eminliğimizden korkuyoruz. Kötüysek kötülüğe, kahpeysek kahpeliğe, şerefsizsek şerefsizliğe, hırsızsak hırsızlığa, iyiysek de iyiliğe devam edeceğiz. Bu sabit tempoya rağmen neymiş bu yeni yıl telaşı, hırsı, 90 yaşımıza da gelsek anlayamayacağız yine de. Umut çünkü, fakirin de zenginin de, iyinin de kötünün de yanında. İnsan olanın umutla olan imtihanı açık ara dünya üzerindeki en iyi gerilim filmi olmaya aday. Bu sebeple aslında her yeni güne uyanışımızda bir şeyler besliyoruz kendisine, ama olmayınca da olmuyor. Yarın da muhtemelen olmayacak. Dip not belirtmek de lazım, konu umut olunca akan sular durur. Cağnım Umut. :)

2018'in en iyi anları, en iyi şarkıları, en iyi filmleri vs. vs. vs. Hepsini konuştuk, paylaştık. Güldük eğlendik, gezdik tozduk, anladık. Peki ya o asla bitmeyecek sandığımız, bizi yine yıllar boyu büyütmeyi başarmış anlar? Kötü olanlar, pek zorlayanlar? Neden hiç onlardan konuşmuyoruz, düşündünüz mü hiç? Unutmaya mı çalışıyoruz yoksa? Peki unutmak için konuşmamak mı gerekir? Hayır. Unutmak için değilse de, atlatmak için bol bol anlatmak, dertleşmek gerekir. Çünkü unutmak mümkün değildir, atlatmak mümkündür.

Bir farklılık yapıp, 2018'in en zor anlarını anlatmayı tercih ederseniz, en iyisini yaparsınız. Çünkü anlatmak da büyütür. İnsanların tepkileri, tepkisizliğiniz olur. Yanlış yorumları sizleri susturur, ya da canlandırır. Kötü anlar, bir daha yapılmaması için anlatılırsa bir sonraki seneniz daha iyi geçer, hatasız kul olmaz, ama bile bile yapılmayan hatalar hayat kurtarır.

Benim 2018'ime gelirsek, hamileliğin en kilolu zamanları, doğumu, emzirmesi, Bulut'un kilosu, kusması, alerjisi, kakası, çirkinleşen bedenim derken geçen ilk 6 ay çok da hatırlamak istemeyeceğim kadar zordu. Ama o zamanın şartları dahilinde zordu, şimdi tekrar dönsem çok daha kolay atlatırdım. Çünkü bildiğiniz gibi tecrübe herşeydir ve çocuk hayatta yaşadığınız en büyük tecrübe. :) Son 6 ay içinse, işe başlamalar, yeni düzenler, Bulut'u evde bırakıp gitmenin vicdan azapları haricinde en güzel gelişme tabiki alınan kiloların güzel bir diyetle verilmesi oldu. Aralara yeni satın alınan güzel bir ev, güzel bir sonbahar tatili, milyonlarca saatlik dost masaları sıkıştırdım. #domuzlargiremez 'e burdan selam olsun.

P.S : Sevgili bebeksilerim*. Hepinizi çok seviyorum, 2019 bizim senemiz olacak, bunu unutmayın!

İlişkiler için güzel öğretilerim de oldu bahsetmeden geçemem. Hiç konuşmam, bir daha yüzüne bakmam dediğim bir insanı affettim. :) İnanılmaz mutluyum bunun için mesela. Affetmek ne önemli şeymiş seninle anladım sevgili kendini bilen ve okumuyorum gibi görünüp aslında okuyan. :) Seninle konuşmak bana yetti. Arındırdı, kendimi karmayla sevdirdi. Teşekkür ederim bütün o ısrarların için. Dur yahu, zorlardan bahsederken kendimi gülümserken buldum. :) 2018 için en en en zor anımı düşündüğümde bulmakta zorlanmıyorum açıkçası. Sanırım bu senenin en zor zamanı Bulut hastalandığında yattığı 5 günlük hastane maceramızdı. Canınızdan bir parçaya serum taktıklarında ortalığı yakasınız geliyor. Nefes alamadığında nefes alamıyorsunuz. Bababababa diye ağladığında ağlayan babasına sarılamayışınız öyle bir büyütüyor ki sizi. Öyle bir acı, öyle bir an. Allah daha kötülerini yaşatmasın, bir çok kişinin yaşadıklarının yanında belki de ufacıcık bir şeydi, ama sağlığın herşeyden daha önemli olduğunu asla unutmamalı. 2019da bunu hatırlamak zorunda asla kalmayalım. En büyük temennim budur.

Hatırlamakta zorlandıklarımı, yazmaya bile tenezzül etmiyorum. Biliyorum, sizlerin de bir sürü anınız, zorluğunuz, iyileriniz kötüleriniz vardı 2018de. Ama onu kötü hatırlamak hiç bir işe yaramıyor dostlarım. Kötülerini anlatıp kurtulun, iyileri hatırlayıp sarılın hep. 2019 önce sağlıkla, sonra huzurla gelsin. Sağlık ve huzur olunca mutluluk, başarı, para sırasıyla geliveriyor. Aşk da dilenmeyin, o sizi öyle ya da böyle bulacaktır hepimiz çok iyi biliyoruz bunu. :)

Yarın hiç birşey değişmeyecek. Hepimiz öyle eminiz ki, eminliğimizden korkuyoruz. Kötüysek kötülüğe, kahpeysek kahpeliğe, şerefsizsek şerefsizliğe, hırsızsak hırsızlığa, iyiysek de iyiliğe devam edeceğiz. Bu sabit tempoya rağmen neymiş bu yeni yıl telaşı, hırsı, 90 yaşımıza da gelsek anlayamayacağız belki ama temennilerden vazgeçmemeli. Yeni yıl için bu pek değerli.

Sevdiklerinizle, önce mutlu bir akşam, sonra sevgi dolu yıllar diliyorum.

Sarılmayı unutmayın. :)

Kalın sağlıcakla..

BubukSultan





*Bebeksilerim; karnında bebek taşıyan kızlarım, beni tekrar ama ilk kez "hala" yapacak olanlarım :), bir ayrılıp bir barışanlarım, her fırsatta başka arkadaşlarım var diye kıskançlıktan geberip ağzıma s.çanlarım, sonra bir de s.çmadım diyenlerim (Hakan çok özür dilerim ama afişe etmek zorundaydım, bunu çok hakediyorsun) :), domuzlar giremezlerim, kelini sevdiklerim... gülleri sevenlerim, kalbini sevdiklerim, sevmeyi bildiklerim, kuzenden ötelerim, askerliği bitirenlerim, pilotluğun dibine vuranlarım, İngiltere'ye yerleşen çılgınlarım ve işte o kendini bilenlerimmm.... :)

22 Aralık 2018 Cumartesi

Devrim

Kitaplarla boğuşmayı özlediğim bir an bu an.. kokusunun içinde boğuluyorum.

Çok güzel bir yere geldim, sizinle paylaşmak istiyorum.

C.S.Lewis yazmış;

“İster az ister çok sevin, sevmek kırılgan olmaktır. Herhangi bir şeyi severseniz kalbiniz kesinlikle yara alacak, hatta belki kırılacaktır. Kalbinize el değmesin istiyorsanız, onu kimseye, hatta bir hayvana bile vermemelisiniz. Kalbinizi hobilerle, küçük lükslerle pamuklara sarın; bütün gönül işlerinden kaçının. Kalbinizi bencilliğinizin yarattığı bir kutuya ya da tabuta kilitleyin. Ama kalbiniz o güvenli, karanlık, kıpırtısız, havasız kutudayken değişecektir. Kırılmayacaktır; kırılmaz, içine girilmez, ıslah edilemez bir şeye dönüşecektir. Bunu da bilin.

Sevmek kırılgan olmaktır.”

Sevmek.. Kırılgan olmak.. Sevmek..
Epey düşündürüyor değil mi?
Peki o zaman sana zor bir soru, kırılganlık bir insan olsa onu sever miydin?

:)

27 Kasım 2018 Salı

Fazlası zarar~

27 Kasım 2018..

Bulut doğalı 9 ay, bu şehre geleli 3 yıl, birini, o sadece "o" olduğu için seveli 10 yıl olmuş. 

Bazı şeyleri maalesef anlamak için fazlasını yaşamak gerekiyor olacak ki, 1 haftada yıldım hayattan. Ne uğruna koştum, ne uğruna onca parayı döktüm, ne uğruna hırpalandım şu an bilmiyorum. Zira gerçekten hatırlamıyorum. Unutmak istediğim her şeyi unuturum ben. Unuttum. Neden yaptım, neden oldu bilmiyorum. 

Bugün öğleden sonra doktora uğradım. Adam karşısında beni görünce şok oldu. "İyileşmemiş miydin sen" dedi. Hüngür hüngür ağlamaya başladım daha uzanırken. 

"Neden kendine bunu yapıyorsun" 
"Neden yapmayayım ki? Hakettim."

İnsanı insanla cezalandırmamalıymışız. Öyle söyledi. İnsanı, kendi vicdanı öldürürmüş zaten. Psikolojinin tek kartlık oyunuymuş bu. İnsanı vicdanı öldürürmüş. Ruh hapsolurmuş. Çıkamazmış işin içinden. Öyle silahla, sözle öldürülmeye benzemezmiş yani. Hapsolmuş ruh basarmış boğazına boğazına. Hiç bir yatıştırıcı, etki etmezmiş nefes almaya. Napalım, öldürdük kendimizi işte. Doğarız elbet. 
Bu arada benim için tabi ki çocuk oyuncağı bunlar. İlk değil, son da olmayacak. Olan bedensel sağlığıma, ruhsal sağlığıma, akıl sağlığıma, sağlığıma oluyor işte, hepsi bu. 

27 Aralık 2016da bu duvarlara yazdığım bir yazıyı okutturdu bugün doktorum. Hatırlayayım diye, unutmayayım da diye 3-4 kez sesli okutturdu. Ve sonra şunu söyledi.

"Sen zaten her şeyi çözmüşsün bak, ben o düğümlerini tekrar tekrar hayatına sokmanı istemiyorum. Lütfen yapma bir daha. Yeni düğümler bul, ama eskileri sokma!"

Öyle işte. Olaylar böyle gelişince, eski düğümlerden almam gerekeni aldım. Yeni düğümlere kucak açtım. Çakralarım, düğüm bekliyor anlayacağınız. Varsa elinizde hazır? :) 
(bkz:gelbenibul) (bkz:yibeni)

Hiç bir şey anlamadınız değil mi? Ben de anlamıyorum. Üstelik anlatamıyorum da. 
Neyse aman, boşverin. 
Mekanizmaları sevin. İnsanları değil. Ana tema bu.
Bir de okuyun bakiim, belki siz de çözersiniz düğümleri. 
Kıyağım olur. Kim bilir?

B.

~~~~~~

-- Takvim, 27 Aralık 2016. İstanbul'a bakıyorum. Yine. Aynı manzaradan. O buhranlı dönemlerde kaçıp kaçıp geldiğim manzaradan bahsediyorum. Yanımda kimse yok. O zamanlar yakasından tutup, istese de istemese de zorla Ogün'ü buraya getirtirdim. Allah'ı var o da çok sever burayı. Şimdi yok. Muhtemelen adalar manzaralı ofisinde çalışıyordur şu an. Benden çok da kötü durumda değildir yani. Hava güzel, yazdan kalma ancak ayazlı biraz. İçime rüzgar üflerken karşımda, yanımda, etrafımda oturan insanların dikkatlice bana baktığını farkediyorum. "Ne yazıyor acaba" diyorlar muhtemelen. Bilemezler ne yazdığımı, sorsalar söylerim. Ama sormayacaklar. İstanbul böyle çünkü, bir adım geriniz sizi izleyenlerle dolu, size -arka çıkanlarla- değil. Kocaman kalabalıkta yapayalnızsınız, ve bunu ben bile öğrendiysem, hepiniz öğrenirsiniz. Buraya tutunmak için insanları tercih etmemelisiniz. Denedim. Olmuyor. Buraya tutunmak için, martılara, deniz manzarasına, havasına sarılmalısınız. Evet yani başından beri doğru şeyi yapıyorum. İstemsizce, bir kaç doğru yönlendirmeyle, düşe kalka anladım bunu. Ve evet, büyüdüm. Suçlu 2016 değil yani, suçlu benim biraz. Eskişehir suçlu belki de. Hep arkamda destek olmayı tercih ettiği için Eskişehir, büyüyememişim meğer. 2016 değil, İstanbul öyle bir büyüttü ki beni. İnanılmaz haldeyim. Geldiğim yere, olgunluğa inanamıyorum. 1 sene içinde iş değiştirebilecek vurdumduymazlığa ne zaman geldim? O şirketten çıkarken bir kaç gözyaşından başka hiç bir şey dökemediğime inanamıyorum mesela. Duygusal olarak bir şeylere bağlanmamak için oluşturduğum muhteşem mekanizmam devrede. İnsanlara olan bağlılığım yüzeysel, hele de hayatıma yeni girenlere. Onlar var olsunlar hep ancak, asla derinleşemeyecekler. Sevdim dediğim hiç kimseyi kendimden çok sevemiyorum artık. Mekanizma buna izin vermiyor. Kendimden çok sevdim diye kendimi kandırmaya çalışsam da bir şey oluveriyor, bir cümle bir davranış, kızıyorum ve evet ÇAT! bitiveriyor sevgim. Kendimi hep daha çok sevmeye odaklandım bu şehirde. Çünkü ben kendimi sevmezsem, o da beni sevmiyor. Şehir yani. Sevmiyor. Ne olursa olsun beni sevecek, ve benim onları seveceğim yeterince dostum var. Fazlasına da ihtiyaç duymuyorum. Mekanizma sağlam. 
Beni bana sevdiriyor, 
Şehri bana, 
Beni de şehre...  --

4 Kasım 2018 Pazar

BohemianRhapsody

Neden daha erken doğmadım dediniz mi hiç? Bence bunu diyebilmek için fazlaca sebebimiz var. Müzik sadece bunlardan biri.

Bugün Freddie’nin ve tabi ki dolayısıyla Queen’in belgeseli olan “Bohemian Rhapsody”i izleme fırsatı buldum. Bana film boyu düşündürdüğü onca şeyin bir karması var bünyemde şu an. Çok hırpalanmış çıktım içerden. Çünkü onun varoluşu da yokoluşu da benim için yıkıcıydı. Biraz size bunlardan bahsetmek istedim. Belki sizlerinde tutunacakları bir kelime bulunur içerden. Kim bilir?  

Hayallerinin peşinden koşan, koşturan herkese her zaman hayran olmuşumdur. Bence dünyadaki en zor şey zaten budur. Hayal kovalamak. Hayal elle turulmaz, gözle görülmez. Dolayısıyla onu kovalarken çevrenizden sürekli aşağılık bir şey yaparmış gibi tavırlar yersiniz. Ama gençken bunların öngörüleri kolay olmadığı için, o zamanlardan bunu başarabilen insanlara hayranlık duyulur. Başaramayanlar da işte sıradan hayatlarına devam ederler. Ben gibi. Belki siz gibi de. Öngörü dediğim nedir burda biliyor musunuz? Çevrenizdekiler sizleri hayal kovaladığınız için dışlarken, aslında sizin için kurdukları hayallerine ulaşmaya çalışırlar. Ya sizin kötü olmanızı hayal etmişlerdir sizinle dalga geçerler, ya da sizin daha iyi olmanızı istemişlerdir, ket vurur onların istediği hayale ulaşmanızı sağlamak için ellerinden geleni yaparlar. 

#Nothingrealymatters

Doğduğum bir günden beri bir şeyler çizmek istedim. Ellerimle başladım, kalorifer petekleriyle devam ettim. Çok başarılı çok yetenekli değildim biliyorum. Ama hep bir şeyler çizerdim. Ders kitaplarına, arkadaşlarımın defterlerine, avcumun içine, masamın üstüne. Akşamları kara kalem kalorifer peteklerini çizer, bir sağ bir sol perspektifle üç boyutlu hale getirmeye çalışırdım. Büyüdükçe biraz mimar olmak istediğime karar verdim. Baktım dağ taş çizemiyorum, belki bir şeyler tasarlarım dedim. Çok heveslenmiştim kendi kendime. ODTÜ hep istediğim için çok çalışmam gerekiyordu. Çok da çalıştım yalan yok. Mimarlık fakültesinin hayalleriyle yanıp tutuştuğum son sene bir an konu geçti falan derken.. Babamın bunu istemediğini öğrendim. “Birilerine ev yapacaksın ve beğenmeyecekler, çok üzülürsün, üzülmeni istemiyorum. Mimar olamazsın.” 

Hayallerimin bittiği günü tarihe yazdık o gün biz, ailecek. Babam, ne derse oydu. Hayır diyemedim. Doktor da olamadım istediği gibi ama hayır da diyemedim. O gün hayır demeliydim. Sonra da hayır diyemedim bir çok kez ama, en önemlisidir ya meslek. Bence orda hayatımı tüm içtenliğimle bitirdim ben. Ha mimarlık bok gibi diyecek mimarlar tanıdım doğru, ama bu o değildi. Belki onların da hayalleri başkaydı, bir anda bir hayır diyemeden mimar oluvermişled. Kimbilir. Belki kendileri bile bilmez bunu. 

#Anyonecansee

Bu derin hikayenin arkasına (çokşükür) bir ODTÜ, bir Gıda Mühendisliği, kendince güzel bir kariyer çizdim. İşim gereği en azından tasarlayabildiğim bir şeyler var diye kendimi kandırıyorum hala. Sonuç değişmiyor. Nerde hayallerini bırakmamış adamlar görsem, dönüveriyorum hikayeye. Ama zaman, ama yaş öyle hızlı geçiyor ki.. buluveriyorsun kendini 30 sınırında, bir boşlukta. Şimdi bir oğlum var, bildiğim tek şey, hayallerinin peşinden koşmasına asla engel olmayacağım. Onu 35 yaşına geldiğinde mutsuz görmek istemiyorum çünkü. Neyse, kim olduysa, onunla mutlu olması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırım, hazırız. O bunu öğrendiğinde, farkedecek. Annesi de babası da hayallerinin peşinden koşamamaış soradan insanlar olarak kalacaklar. 

#Nothingrealymatterstome

Neyse, ne diyorduk. Hayallerinin peşinden koşan, koşturan herkese her zaman hayran olmuşumdur. Bence dünyadaki en zor şey bu. Freddie, o yüzden Queen. Hayranlıkla, gözyaşlarıyla izledim. Bir kaç sebeptendi gözyaşlarım. Biri hayallerimden vazgeçmem. Biri onun asla vazgeçmemesi. Biri de onunla aynı devri paylaşamamış olmaktı. Neden diye sorguluyorum sürekli? Neden nasıl bu kadar iğrenç bir yüzyıla denk geldik? Hangimiz günahkardık da hepimiz çekiyoruz bu yanlış zamanı?

Biraz daha erken doğabilir, şu adamları önden izleyebilir, daha güzel koşabilirdim hayallerimin peşinden. Bu kadar yalan bir kaç yıl yerine, hayallerle doldururdum yıllarımı. Keşke biraz daha erken doğsaydım dedirttirdi Freddie. Bohemian Rhapsody hep anlamlı bir şarkı oldu, ama şimdi biraz daha büyüdü işte içimde. Yeri hap ayrı kalacak olan binlerce tını eşliğinde, filmi bir kez daha izlemek için ip çekerek çıktım bugün o salondan.

Yapacak bir şey yok. Hala hayallerinizin peşinden koşuyorsanız ne mutlu size.
En en en azından, hala umudunuz var. 
Bizim içinse Freddie, şöyle bitirmiş şarkıyı. 

#Anywaythewindblows

Saygıyla..

05.09.1946 - ...


30 Ekim 2018 Salı

Domuzlar Giremez : Maşukiye

Gezi notları yazmaya bayılırdım eskiden. Bir eskilik yapayım dedim, dile gelsin kelimeler.

26 Ekim - 29 Ekim arası 3 günlük tatili hemen fırsata çevirelim dedik, başladık planlara. Başlarda Rizeler, Hemşinler konuşulsa da son dakika bir Maşukiye hissi kapladı beyinlerimizi. Yolda çok vakit kaybetmeyiz, dolu dolu geçiririz dedik. İstanbul'a uzak olmaz, Bulut'u rahat bırakır, bir şey olursa koşa koşa gideriz dedik. Sessiz sakin olur, bol bol yüksek ses müzik dinler yer içeriz dedik. Güzel bir konak kiraladık. 

Hep brlikteyiz aslında, gündüz, gece. Mesajlarla, akıllarla, duygularla. Rakı masalarında balık, Lavazza'da salata, teraslarda şarabız. Amma velakin ilk defa aynı evi paylaşacak olmanın da muhteşem bir heyecanıyla alınacak listelerini, efendime söyleyeyim, sabah öğle akşam yemeklerini biraz abartmış olacağız ki klasik hayat, çok heyecanlı olduğumuz her anda olduğu gibi büyüyü bozdu ve planlarımızın bir miktar dışına çıktı. 

Neden mi? Söyleyeyim.
HASTA OLDUK!

Şaka değil, 25 Ekim akşamı gruptan yazışırken 3 kişi hastalığını ilan etti, biri de "oluyorum gibi" dedi. "Sıçtık" desek de, "yok ya toplarız" diye moral bozmadan yola koyulduk. Akşam saatlerini Eskişehir soğuğu kaplamış olan sevgili Sapanca'ya vardığımızda, mangal yakılmış, salatalar yapılmış rakılar konulmuştu. ( Cağnım Berk. Ne hamarat adamsın yahu. Söylemeden edemeyeceğim.) 

P.S : #Hamsikuşu #Pes :)

Oturup masaya halimize şükrettik yalan yok. Koca bir şirketten birbirini bir şekil bulabilmiş 5 insan. Hepsi bir tür, hepsi bir cins. Birbirine hiç bir zararı olmamış bu güne kadar. Korumuşlar kollamışlar birbirlerini. Birlikte ağlamışlar, birlikte gülmüşler. Kapkalın görünen duvarlarını birbirlerine indirmişler bir tek. Sevmişler, saymışlar. Başka ne istersiniz ki hayattan, bir arkadaştan. Bilinenin aksine (ya da sanılan mı desem) bir tek kelime şirket konuşulmayan bir masa düşünün. Kimsenin çekiştirilmediği, kimsenin işini anlatmadığı bir masa. Kimseler bunu başaramazken biz başardık diye mutluyduk o akşam. Ertesi gece de öyle. Sabah 6'ya kadar masada içtik içtik hapşurduk, içtik içtik ağladık, içtik içtik güldük. Azıcık yatalım dedik, uyku tutmadı. 8'de yine buluştuk aynı balkonda. 

P.S #Stavroz 

Bu arada hastalıkla cebelleşen bedenlerimiz için, bir bardak gin üstü bir kupa ıhlamur içerek enerji, sabahları gülümseyen güneş sıcaklığıyla ısınaraksa moral depoluyor, geceleri daha çok hırpalanıyorduk. 3 gün aynı semptom ve odaklarla geçti. Ama olsun, yine olsa yine otururum sabaha kadar. Yine ağlarım dertlerini dinlediğim arkadaşlarım için. Yine "değer" yazarım o rakı şişesine. Yine bugün hasta olayım, yine giderim o büyülü eve. Hapşura hapşura da olsa. :)

P.S #evalmakankaal



Aslında daha çok şey yazarım. Ama paylaşasım da pek yok. Büyülü anlar paylaştıkça biter. Bitirmeyeceğim o anları bu sefer. Bir kaç güzel fotoğraf ve bir kaç güzel cümle ile bitireceğim bu gezi notunu. Çıkarttığım güzel fikirler var bu geziden. Kendime not, çekemeyenlere anten ve tabiki dostlarıma hatıra olsun.

P.S #kozmonotosman #doyulurmu
P.S #bençukurizlicem
P.S #ateşimvarmı

  • Çıkarsız sevin.
  • Dil dökün. Sevdiklerinizi kaybetmemek için gerekirse 10 saat dil dökün.
  • Balık alırken balığı (parası ne olursa olsun) temizlettirin. :)
  • Ayaklarınızı sıcak tutun.
  • Satmayın. Satmayın abi. Neden satıyorsunuz. Satmayın!
  • İçine ağlayan, yaş dökemeyen adamlara sarılın. Siz sarılınca ağlıyorlar. Bırakın ağlasınlar da biraz rahatlasınlar.
  • Kedilere çiğ balık verin. Bir daha gelmiyorlar. :)
  • Berk'in salatasından mutlaka yiyin. (ama mutlaka!)
  • Güneşin doğuşunu rakı masasından izleyin. 
  • Balık tencerelerini ertesi güne bırakmadan yıkayın. 
  • Meyve yiyin.
  • Viskiyi de rakıyı da sek için. (yerse)
  • Alkolü götünüzle içmeyin. Götüyle içen arkadaşlarınızdan da vazgeçin. (hayat, kafa ne bulurlarsa darlıyor onlar)
  • Güneşi sevin, Ay'a aşık olun.
  • Dedikoduyu, kıskançlığı bırakıp, birileri için mutlu olabilmeyi başarın.
  • Ya da çatlayın kıskançlığınızdan be! Size öylesi daha çok yakışıyor. :) 
  • Ve maalesef, domuz sevmiyoruz canım. Bir dahakine artık. :)
Kalın sağlıcakla.

B.

22 Ekim 2018 Pazartesi

Rüya

Gece rüyamda, bir ülkenin en uzun binasının terasında yaşayan birini görmeye gitmiştim. Teras öyle eğimliydi ki, eğimin en uç noktasında oturmak için bir bank vardı ve oraya korkudan ulaşamadım. Eğimli yeri aşıp binaya da tekrar giremedim. Bir yanım uçurum, bir yanım dik yokuş. İkisine de cesaret edemeyip ağlamaya başladım. Ne olduğunu anlamadan içli içli, hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyandım.

Böyle uyanınca insan ne kadar iyi olabilir ki? Ne karşımdaki insanı hatırlıyorum, ne nerde olduğumu. Tek bildiğim korkunç bir gece geçirdiğim. Böyle uyanıp bir de Pazartesi'nin içine düşünce insan öyle saçma bir ruh halinde oluyor, öyle çaresizce bakınıyor ki etrafa. Sıfır odak sıfır moral. Eh, hafta güzel başladı diyebiliriz. :)

Üstelik, ihtiyaç duyduğum insanlara da bir türlü ulaşamadım. İçim çıktı ulaşmaya çalışmaktan da zaten.

Neyse ya, sen burdasın en azından. 
Güzel bir şarkıya ihtiyacım var. Yazımı okursan, güzel bir şarkı gönderir misin?
Umutlu. Umutlu olsun lütfen.

B.

3 Ekim 2018 Çarşamba

14:16

Hiç bir ay kolay geçmiyor tabi ama, bu ekim-kasım bedenen ve zihnen çok yorucu geçeceğinin sinyallerini yaktı önden. İlk iki ay hadi alışma süreci, az proje verelim, erken çık geç gel derken çocuk bahanelerini bitirdim, zımba gibi başladım Ekim'e. Ajanda öyle dolu ki, bazen nefes alamayacak gibi olup hiç bir şeye tam odaklanamadığımı hissediyorum. İş işiyle, ev Bulut'uyla dolu. Ordan oraya koştururken kendime en son ne zaman yapayalnız bir vakit ayırabildim diye düşündüm bugün. Cevabı bulamadım. Yalnızlık ne iyidir ne kötü. Zamanına, durumuna göre değişir bunun cevabı. Ama bir kahve, bir kadeh bir şeyler, bir alışveriş veya kuaför seansı insanı alır baştan başa iyi hissettirir ya? Bende o iyi hissetme aylardır yok. Zaten bütün gün işe koşturunca akşam yalnız kalmaya da pek yüzüm kalmıyor, adam muhteşem gülüşleriyle boynuma atladığında onu bırakıp dışarı tabi ki çıkamıyorum. E gün gün çöktü bünyem hal böyle olunca, geldik bugüne. Yengeç'e Ay'a sallıyorum falan ama alakası yok. Biraz özel hissetmeye ihtiyacım var sadece. Ve bir süre daha olmayacak sanki. Alışsam iyi ederim.

E, ev telaşı saracak bu hafta itibariyle. Yok o sığar bu sığmaz, yok seramiği, parkesi, boyası, taşımacılığı, toplanması derken, Ekim nasıl geçer hak getire. Tek motivasyon kaynağım 16'sıydı Starbucks sağolsun. O da az önce fabrikadan gelen invitationla son buldu. Bıktım toplantılardan diyemeyecek kadar işe yeni başladım. Öyle olunca içime içime konuşuyorum işte. 

Mis gibi ürün çıkarttım. 3 günde yok satmaya oynadı. Daha neyle tatmin olmalıydım bilmiyorum. En son bu derece çöküşe geçtiğimde 27 yaş sendromu deyip durmuştum. Ne şimdi bu 29 mu? Hayır, hadi o zaman ciddi problemlerim, kendimle alakalı sıkıntılarım vardı. Şimdi ne oluyor böyle? Başlarım sendromuna deyip, kendimi mi doğrasam. Ama kıyamam da şimdi. :) 

Yine bir gün "o" zamanlar kadar mutlu olabilecek miyim bilmeden yaşıyorum şu an. 
Kumar oynuyorum her gün. 5 adam 3 şapka. Hiç birinin kafası şapkasız kalmasın diye ordan al oraya koy kumarı. Kazandırmıyor ama kaybettirmiyor da anlayacağınız.
Neyse, yapacak birşey de pek yok. Şu tilkilerin kuyrukları değmesin de...

Bana biraz yalnızlık, boşluk, biraz sukunet gerek. Aslında nereye gitmem gerektiğini çok iyi biliyorum. Gitsem giderim, ama işte, gidemiyorum.

Amaaaaan..
Hep böyle gidecek değil ya.

13 Eylül 2018 Perşembe

Migrenkovar

Vay haline adamın..

Bir kaç gündür devam eden migren atakları neticesinde hamileliği ne kadar özlediğim aklımdan çıkmıyor. Migrenim yaklaşık 14 aydır tutmuyordu. Hamilelik buffer gibi baş ağrısını önlermiş ben de o dönem öğrenmiştim. Şimdi onca ay tutmayan başım, sanırım onun acısını çıkartası var ki bu sefer, kanırta kanırta ağrıyor. Her gün aynı saatte tutup, ilaç içmeme rağmen bir kaç saat sürüp, asla uyumama izin vermiyor. E öyle olunca, uykusuzluk da vuruyor tabi inceden. Neyse ki bünyem uykusuzluğa bizim minik herif sebebiyle alışkın. Öyle olmasa bu kadar direnemezdim bile, atmıştım beyaz mendili belki de.

Ne zaman başım ağrısa aklıma çok tatlı bir anım geliyor. Ben küçükken (yaş 17 küçüleyim de cebime gireyim) ilk migren teşhisim konduğu dönemlerki doktorum, eğer başın ağrırsa çok sevdiğin ancak bayadır sesini duymadığın birini ara demişti.

"Sesini duyunca mutlu olacağın için salgılanan hormonlar migren atağını bastıracak, duyduğun heyecan adrenalini arttırınca kafandaki toksinlerden daha çabuk arınacaksın. Ama telefon konuşmasını fazla da uzatma, radyasyon tehlikeli."

4. gün bugün. 15:30da tutmasını beklediğim migrenim, kapıyı yavaştan çalmaya başladı. Ben de düşünüyorum şimdi, kimi arasam, kimi arasam. İşin garip tarafı, (uzun zamandır konuşmadığım) ve sesini duymaktan mutluluk duyacağımı düşündüğüm insanları aramamak için bir sürü haklı sebebim birikmiş. Sıradan geçerken isimleri, ay o bana trip attı, ay o beni sattı, oof o beni hiç aramadı, aman şimdi sevgilisi görür bir şey söyler, o mu olur bu mu olur derken, arayacak kimseyi bulamadım. Ne yapayım?

Bu iş beni sinir hastası edecek nerdeyse derken dedim açayım iki kelam yazıp rahatlayayım. Soruyorum a dostlar, o zamanında çok sevdiğiniz, ama sizi, dostluğunuzu, hayatınızı terk eden insanlar bir telefon kadar yakınınızdalar mı? Mesela aylardır sesini duymadığınız bir adamı, migrenim tuttu seni aradım diye arar mıydınız? :)

Neyse. "Bir kaç hap daha fazla içer, kurtulurum bu migrenden de, kimi arasam mevzularından da." dedim kapadım konuyu. Haliyle bana yaramadı ama belki size yarar diye güzel de bir yöntemmişçesine sizinle paylaştım >migrenkovar<ı. Deneyin dilediğiniz gibi.

Benden veto, benden pes. :)



B.

3 Eylül 2018 Pazartesi

Boş Gemiler

Yüzyüzeyken konuşuruz, ne zaman yeni bir şarkı çıkartsa, dibine dibine çekiyor beni. Sizi de öyle mi? Ah pardon ama biz bu grubu severken bu adamlardan nefret eden tipler vardı, şimdi hepsi hasta(!) ya, ben biraz soğudum bu arkadaşlardan yalan yok. Yine de güzel müzik duyunca dayanamayıp sevme refleksi gösteriyorum. Çok mu umurlarında? Sanmam. Olsun belki bir gün bu saçma kitlelerinden kurtulup bize geri dönerler. Yazım baki. Açmış kollarımı bekliyor olacağım.

Şu yeni şarkılarının her sözünü mısra mısra, ince ince, hece hece okuyup anlamaya çalışıyorum da şimdi. Anlamlar çıkarıp, kendime yüklüyorum. Bazen utanmadan gülümsetiyorlar i.neler. :) Eskiler hep kötü olacak diye bir şey yok ya. Tarih hep mi kötü şeyleri yazıyor sanki. Güzel şeyleri hatırlatıp "of" çektiriyor bu şarkısı bana zira. Ben de sevdim. Herkes gördü. Napayım yani!

"Bize biraz umut lazım.
Diyaloglar, karavanlar."

Bugün biraz kötüyüm evet. 10 gün sonra tekrar işbaşı yaptık ondan mı? Yoksa üstümdeki şu ölü toprağını atıp gittiler de ben böyle altında kaldım diye mi bilmiyorum. Hem her zaman güçlü olmak zorunda değilim ya? Şu lanet öksürük de beni hayattan soğuttu. Ne geçmez illetmiş. Günlerdir öksür öksür! Belki ondan yıldım bu kadar. Bilmiyorum. Ne olursa olsun eve döner dönmez saçları toplayıp makyajı silip yumulacağım çocuğa. Sıkıysa güçsüz ol bakalım orda? Mümkün değil! Bırakın burda biraz mutsuz olayım. "Gelip gelip sormayın neyin var diye." şeklinde bağırıcam birazdan. Ne çok özlemişler benle geyik yapmayı, ciddi olunmaz mı benle??? Kötüyüm işte!

Ya da hayat da bir garip diye, hani vapurlar falan. :) Belki de ondan kötüyüm bilmiyorum.

Gemiler boş demiş Kaan, hayat da öyle sevgili Boşnak. Hayat da öyle.
Bize biraz umut lazım.
Biraz diyalog. Belki bir de karavan.

Boş gemiler.. Güzel olmuş anlayacağınız.
İyi dinlemeler. Bolca sevmeler.

6 Ağustos 2018 Pazartesi

Vay be!

6 aydan biraz daha fazla zaman önce el sallayarak, gülümseyerek, 27 kilo fazla ve bir sürü soru işaretiyle terk ettiğim ofise geri dönüş hikayem, insanlık için küçük benim için büyük bir "Vay be!" ile kaleme dökülme kararı aldı.

~~~
Tabiki de bir sürü karamsarlık barındıracaktım:
Normal mi olacak sezeryan mı? Emzirebilcek miyim? Ya sağlığı iyi olmazsa? Ya beceremezsem? 80 kiloyu görmüş insanım ben, ya hep böyle kalırsam? Ne demek alerjik bebek? Ne yani sürekli kusacak mı böyle? Kilo aldı-almadı, besleyemiyorum mu yani? Sol bacağım sezeryan mağduru, doktorlar kontroller derken zaman hızlı geçti telaşındayım. İşe başlamak zorundayım, Bulut'u nasıl bırakırım? Para lazım, üke kötü, ama nasıl bırakırım? Ya beni unutursa...
~~~

Herşeyi bir kenarda yaşayıp üstünü kapatıp devam etmeyi öğreten, sımsıkılığa sımsıkılık katan bir 6 ay sonrası geldiğim noktaya inanmakta inanın ben de güçlük çekiyorum. Onca uykusuz gecenin, sağlık probleminin, yetersiz anne sendromlarının ve tabiki şişkoluğun içinden öyle bir geçtim ki, zımba gibi uyandım bugün. Sabah hazırlanırken yüzümü yıkar yıkamaz aynaya en yakın noktadan bakarken buldum kendimi. Gözlerimin içine, içine baktım. Sevgili gibi. "Herşeyi başardın" dedim. "Bunu da başarırsın."

Kıyafetlerimi hızlıca giyinip, makyajımı yapmadan gidip sıkıştıra sıkıştıra sevdim oğlanı. Herşeyden habersiz kahkahalarla gülerek uğurladı beni makyaja. Gözlerim doldu ama yine uzun uzun baktım kendime. Arka çaprazdan gülümseyen iki gözle bir araya geldi ellerim.

"Sana çok güveniyorum, her zaman arkanda olucam."

Derin derin nefeslerle makyajımı tamamlayıp çantamı sırtlandım. "Bulut'u kapıya getirmeyin" dedim. "Ayrılamam." Ve çektim çıktım o kapıyı. Arabayla yola koyulduğumda gözlerim damla damla dökmek üzereydi tüm derdini, ama durdurdum damlaları. Bugüne kadar hiç sigara içilmemiş arabada, ilk sigaramı yakıp derin bir nefes çektim içime. Ve o an başladı tüm o görüntüler akmaya.

Bu şirkete ilk gelişim düştü göz kapaklarıma, aynı yol daha heyecansız bir şekilde akıyordu. Herşey insanlar için, hatalar da. Ama bir daha yapılmayacağını bildiğim hataları alıp sırtımda taşımayacağıma dair çok söz verdim ben. Hatalar hatalıklarıyla, aptallıklarıyla bir kenarda bırakıldı bende. Kareler önümden geçip giderken, doğum anına geldim. Bulut'un ilk ağlaması kulaklarımda çınladı. 3,7 kg, 52 cm boy ile doğan oğlum, öyle hızlı gelişti ki 5 ayda, O, kendi başına değişimin ta kendisiydi. Hayat öyle ya da böyle akarken, büyümek bu demekti. Travmatik "kusmuğuyla boğulma" tehlikeleri mi dersiniz, alerjileri mi dersiniz, yüzlerce travmayı öyle ya da böyle yaşadık ailecek bu 6 ayda. Ama çocuk öyle bir şeymiş ki, en büyük travmanı bile bir kaç saatten fazla yaşayamadığın, güçlü olmak ayakta durmak zorunda olduğun... Bunca dert saydığın şeyin aslında bir b*k olmadığını öğreten.

Duacı oldum birden. Bu hissi, bu gücü yaşattığı için Bulut'a duacı.

Silkelendim öyle olunca. Arabayı park ettim. İner inmez derin bir nefes daha çekip holding kapısına yöneldim. Lavazza'nın önünden geçerken bizim çocuklara bir selam çakıp asansöre bindim. 13'e basarken elim titredi ama çabuk attım o titrekliği. Kapı açıldığında serinliğini sevdiğim ofisin içinde buldum kendimi. Yürüdüm, yürüdüm. Masamda koca bir ışıklı balon ve üstünde Handuş'umun yazısıyla yazılmış "Hoşgeldin Bubuksultan :)" notuyla karşılandım. Gülümsedim. O an tabiii sarılmak için üstüme koca gülümsemeleriyle koşan insanlar belirdi köşelerden... :)

"Vay be Bubuk" dedi Emre.
"Biliyorum dedim" içimden. Dışımdansa "Vay be!"

Sarıldım hepsine. Öptüm kocaman kocaman. Yeni doğum izninden dönmüş arkadaşlarıma daha sıkı sarıldım belki bilmiyorum. Dolu gözlerle "Anlıyorum seni" diyen arkadaşlarıma. "Ben de sizleri anlıyorum" dedim doldurarak gözlerimi ama çaktırmadım da bir yandan. Güç, sevdirdi kendini bir kere. Güç, insanın sahip olduğu en güçlü şeydi çünkü.

Çok özlemişim burayı. Burda olmayı. Burakilerle gülmeyi.
Bir yanım eksik, bir yanım buğulu olsa da. Ben buyum işte. Hep en zor şeyleri seven, her zor şeyde drama kraliçesi olan. "Güleryüzünü özlemişiz" diyen arkadaşlarıma, "İçim kan ağlıyor" diyememek güçtü bugün benim için. Güçsüzlük içimde yanardağlar gibi patlasa da, drama queen çaktırmamakta ustalaşmıştı. :)

Öyle ya da böyle. Beraber olduğumuz sürece, dimdik kalacağım insanlara şükrederek bitireceğim bugünü. Eşime, oğluma, dostlarıma...

Ve sana Bubuksultan. Sana şükrederek başladım, öyle de bitireceğim bugünü.

~~~

Vay be;
"Geldim ben." :)

28 Temmuz 2018 Cumartesi

9 Temmuz 2018 Pazartesi

Mektup 28

Sevgili 28,

Aklıma koca bir senede, hiç kötü bir şey hatırlatmıyorsun. Bir sürü güzel dostluk, nazarlar değer diye gözümden bile sakındığım bir evlilik, bol gezmeli, bol kilolu bir hamilelik, ve güzelliğine hasta olduğum tatlı dilli bir evlat verdin, tüm bunları da ballı jelibonlu yaşattın. Bir insan daha fazla ne ister diyorum, aklıma sağlık geliyor. Ehh, son çeyrekte şu manyak apandisitimden de kurtardın beni. Daha ne olsun. :)

Çok mutluyum. Bazen bu kadar mutluluktan korksam da, anı yaşamayı da bu yaşla öğrendiğim aşikar, durum böyle olunca korkularımın üstünü kapatıveriyorum gülüşlerle. Seni geri getirebilsem, tekrar tekrar yaşamak çok isterdim, fekat, biliyorum ki artık giden şeylere üzülemeyecek kadar büyüdüm.

Bana bahşettiklerin için minnettarım. Hep en güzel yaşım olarak kalacaksın.

Hoşçakal.

Eskisi olduğun, BubukSultan.

3 Mayıs 2018 Perşembe

Bekle Beni

Bekle beni;
Bekle beni, geleceğim. 

Eski bir şarkı yıllar sonra karşınıza çıktığında önce o eskileri hatırlatmaya çalışır. Çok eskilerde kaldıysalar pek hatırlamaya da çalışmaz gülümser geçersiniz. Sonra aynı şarkı beşinci dinlemede dank eder kafanıza. Yakın geçmişten çok da net hatırladığınız bazı anlara ulaştırır duygularınızı. Bir gülümseme, bir ağlama, bir çift göz ya da bir şeyler film karesi olur akar içinizden. Sonra da şarkıyı milyonlarca kez peşpeşe dinlemeye devam edersiniz. Sevdiğinizden değil, sırf hatırlatmaya devam etsin diye. 

Bana da öyle çaktı şimşekler gece 4 civarı. Düşündüm düşündüm. Şarkıyı sevdiğim 6 sene önceydi. Neden sevdim, nasıl sevdim, ne yaşadım da sevdim hatırlamaya çok uğraştım ama üstünden onca sene onca şey geçtiğinde çok da umurunda olmuyor ya insanın. "Aman be" dedim geçiştirdim. Ama şarkıyı gece dinlemeden duramıyordum. Bir kaç tekrardan sonra gözümün önünde bir anı belirdi. Rüya gibi belki de gerçekliği pek de olmayan. Ayrılık çeşmesinin oralarda beklediğim günlerden geriye hiç bir şey kalmamıştı. Ne o araba, ne o çarpıntılar. Ama oralarla bağdaşır bir haldeydi şarkı. Sonra biraz daha kafamı zorlayıp odaklandım ve hatırladım. Akşam karanlığında o duraktan marmaraya binip, koştur koştur Taksim'e gittiğim bir gün vardı. O gün bu şarkıyı shuffle neticesinde dinlemiştim marmarayda. Sonra büyük bir umutla koştur koştur taksimde önünden geçsem dönüp bakmayacağım bir yerde hayal kırıklıklarımı bırakıp tıpış tıpış evime geri dönmüştüm. Dönerken de tekrar açmıştım şarkıyı. Güzel güzel de ağlamıştım. Sakin ve sessizce. 

Zaman çabuk geçiyor. Bu İstanbul bana öyle dersler verdi ki 2 yılda, dersler alınırken herşey çok yavaş gibiydi ama şimdi bakınca herşeyin nasıl bu kadar değiştiğini aklı almıyor Burcu'nun. Olsundu. Büyümek de böyle bir şey değil miydi zaten?

Bir kişi için iki tip insan vardır. Biri zaman geçtikçe kötü şeylerini unuttuğuna inanamadığın, çok değer verdiğin, ve asla değerini kaybetmeyendir. Bir diğeri de ne olursa olsun asla affedemediğin, tiksindiğin, zamanın bile o tiksintiye ilaç olamadığıdır. İkisinin ayrımı kalın bir çizgiyle ömrü ayırır, kişi o çizginin üstünde kalır, çizgisinde olan insanlarla hayat sürer, çizgisinin sağ tarafında kalanlara şefkatle sol tarafında kalanlara ise iğrenerek bakar. Seçim sadece çizgi sahibi kişinin değildir tabi. Seçim, her üç tarafındır. 

Hayat çizgimden uzaklaşsa dahi değerini kaybetmemiş, kaybettiği anlar olsa bile bir şekilde kendiliğinden toparlayabilmiş insanlar verdi bana bu şehir. Yarım yamalak hatırlanan ses tonlarına rağmen mutluluğu bir şekilde bulabildiğim insanlar. Değeri başa gelmeden anlaşılamayacak kadar değerli insanlar. Her boktan sözümü üstüne alınıp bu güzel şeylerin hiç birine sarılamayacak kadar aptal olsalar da bazen, değerlerini kaybedemeyen insanlar. 

Öyle işte. 

Bir çok boktan şeye rağmen ne mutlu o istasyonlara, o gülen gözlere dedirttirdi "Bekle beni". Beklediğinden değil. Unutturmadığından. 

Buyrun efendim. Sizlere de sağ tarafınızdaki insanları hatırlatması dileğiyle. 

Cem Karaca - Bekle Beni 
https://youtu.be/UI8QF3qSVvg


1 Mayıs 2018 Salı

Uçaktan ~28.4/07:33

Tut elimi, burdan gidelim. 

Bu küçük adamla her anım ilk defa yaşanırmışçasına olmaya başladı. Şu an uçaktayız mesela. Sanki ilk defa uçağa binmişim gibi bir heyecan. Kucağıma yapışmış durumda tabi. Ben tek ellee yazıyorum bu satırları. Iphone bey saolsun. :) 

Muhteşem fiziğimi :P hamilelik neticesinde 27 yaş sendromumla beraber geçmişe gömdüm. Bazen kendime çok kızsam da çoğunlukla "oh çok da güzel yedim" deyip kendimi telkin etmeye çalışıyorum. Ha bu arada fizik demişken yerden yükseldikçe ağırlığımız artıyor sanırım. Yemişim yerçekimi yasasını falan. Çocuk sanki 5 kg değil de 15 kg muşçasına kolumu göçertiyor şu an. Fizikçi olsam tekrar kontrol ederdim yasaları. Pamuk mu ağır demir mi diye uğraşıcaklarına Bulut ne kadar ağır onunla uğraşsınlar hem. Anayım ben. :))

Yüzyüzeyken konuşuruz dinliyorum bir yandan. Sayfalar dolusu Bulut anlatasım var ama o avam analardan da bir yandan tiksiniyorum. Yok çocuktan önce yaşamamışım(pardon da anana babana yazık olmuş), yok ben 30 sene emzirdim(memeler sarkmış gitmiş), yok ben kendimden vazgeçtim çocuğum için varım(aslında yok)... Afedersiniz de bir de kocanız var mesela, onu ne ara gömdünüz? Ben onun gözlerindeki ışığı da kaybetmemek için fifty fifty bölünmeye çalışıyorum şu aralar. Ha bu arada, 3-5 sene içinde karı koca olmayı bırakmış, sadece anne baba olarak kalabilmiş bir çok yakınımdan da tam puan alıyorum bu konuda. Bunu yaşayan kadınlar çoktan pişmanlar. Anneliğe babalığa kaptırıp da evi, eşi ve kendini unutmamalı. Herşeyden önce kendiniz vardınız, sonra biz oldunuz, sonra anne baba. Bazı başarısızlıklar geliyorum der. Kaza değildir yani. Evinin mutluluğunu elden kaçırmış hiç bir kadının sadece çocuğuna sarılıp mutlu olabildiğini görmedim ben. Eskidenmiş o bacım. Dikkatli olup, fifty fifty dengelenmekte fayda var benden kulağa küpe. 

Bizim sıpa da normalde gündüz pek uyumaz ama tabi uçak white noise anası. :) gözünü kırpmadan uyuyor. Mert de uyuyor. Ben yine perişan. :)) şaka şaka. Mert geceler boyu beni de bulutu da nöbetlerce bekliyor. Şimdi uyuyası geldi ses etmiyorum sessizce yazmaya devam. Uçak eğlenceli. Klostrofobimin tutmasına gerek bile kalmıyor kollarımdaki yakışıklı sebebiyle. Kabul, çok seviyorum. Asla vazgeçmem. Ama farkım var diğerlerinden. Ben ne ondan vazgeçerim. Ne kocamdan. Ne de kendimden. (: biraz çarpı üç yorgunluk yaratıyor tabi bu ama hayatı sevmek de bunu gerektiriyor. Kocan için özen, kendin için spor yap, oğlun için uyuma. Kocanın gözlerindeki ışıltı, kendini aynada beğenmen, ve çocuğunun doyana kadar yediğini, huzurlu uyuduğunu görmek yorgunluğunu alıııpp götürecek uzaklara unutma. 

Samsun semalarındayım ben de, bu uçak da beni götürüyor uzak uzaklara. 

Öperim gözlerinizden. 


6 Nisan 2018 Cuma

Anne

Hayatta hiç bir şeyin, bir candan daha önemli olmadığını asla unutmayacak düzeyde idrak etmeye deniyor "anne olmak". Bir nefesine, bir ağız burun hareketine şükretmek nasıl bir şeymiş öğretiyor gün be gün.

Doğumundan önce kurulan hayalleri bir kenara bırakmak, şu anı yaşayabildiğine şükredebilmek demek "çocuk". Canına can verdiğine inanamadığın, eli, gözü, kalbi sağlıklı diye mutlu eden cinsten.

Bütün iyi kötü günlerde yanında olmayı başarsa da, en zorlu gecelerde gözünden uyku akarken ve ertesi gün işe gidecekken dahi seni bir dakika yalnız bırakmayan, sarılan, dinleyen, öpen adam gibi adama deniyor "baba olmak". Sadece bir çocuğun değil, bir evin babası olmak onun adı. Yeri geldiğinde eşinin bile babası olmak.

Yüce kavramlarmış hepsi. Yaşamayan bilemiyor. O yüzden diyorlarmış "sen de anne olunca anlarsın" diye. Her zor gece, her uykusuz gecenin sabahında, Bulut'u uyurken gördüğümde aynı hisse kapılıyorum. Nasıl bunca uykusuzluğa rağmen onun o uyuyan kapalı minik gözlerini gördüğümde böyle mutlu olabiliyorum anlayamıyorum. Hala alışamadım bir birey olduğuma. Zorluyorum. Ama alışamıyorum. Sanki artık ben yokmuşum hep o olacakmış gibi hissediyorum. Bazen de aralara Mert'i sıkıştırıp "iyi ki" diyorum. Yetiyor.

Yüce kavramlarmış hepsi.

Hiçbirşeyin bir candan daha öte olmadığını anlamak demek, en yüce kavrammış.

Ne mutlu...

♥️

10 Mart 2018 Cumartesi

27022018

Gelişiyle kar yağdıran oğlum.

Gelişiyle onca sorumluluğu bir kutu içinde önüme bırakan, ama buna asla kızamadığım, üzülemediğim.

Lavanta kokularını kıskandıran derecede güzel kokan oğlum.

İsmi gibi aklı da havalarda olanım.

Gözbebeklerinin büyüklüğü hariç başka hiç bir şeyinin bana benzemediği oğlum.

Süt canavarım. Balık duygusalım. Güler yüzlüm, gamzelim. ♥️

Babasının aynısından yarattım diye gurur duyduranım.

Sevgilim. En gözde, en sevgili, en küçük sevgilim.

Hoşgeldin. 🙏🏻

5 Şubat 2018 Pazartesi

Mamak

Karmançorman bir kitaplığın en güzel yanı nedir biliyor musunuz? toplama kararı aldığınızda, içinden çıkıp sizi gözyaşlarına boğabilecek bir sürü güzel hatıra ile karşılaşacak olmanız.

Bir defter dolusu yazıyla beni karşılamış olan karmançorman bir kitaplık bu yazıyı yazmama vesile oldu. Üstelik Yeni Türkü dinliyordum tam, birden bire Mamak Türküsü çalmaya başladı. Ne demek miydi? ODTÜ demekti. Samsun asfaltı demekti. Mert'in "totomobilleeeer"diye şarkı söylemesi demekti. Geçmiş demekti. En güzel geçmiş.

Defter Mert askerken ona yazdığım notların bir toplamı. Okumaya başladım. Ama okuyamadım da aslında. O günlerden çok da haz etmiyordum.

Yalnız bir sayfa vardı ki. 2009 yılı Kurban Bayramı ile ilgili bir yazı sığdırmıştım. O yazı aldı götürdü beni bundan 9 sene öncesine işte. Okumaktan kendimi alamadım.

Detaylarını çok da hatırlayamadığım bir kaç yorgun gün gece. Çok hastayım. Güya Mertle gezer tozarız diye memleketlerimize bile gitmemişiz. Ama öyle hastayım ki, her gece acildeyiz. Karın ağrısı desem değil, zehirlenme desem değil. Ölecek gibiyim ama ölmüyorum da. O Mert dediğimiz adam daha 21 yaşında var yok. Çocuk daha çocuk! O yaşta hangi erkek bir değil iki değil üç bayram gecesini eğlenceler, rakı masaları, clublarda değil de, ağrısı dinmeyen bir kızın başında ateş ölçerek, soğuk sularla havlularla ateş dindirmeye çalışarak geçirebilir ki? O zamandan belliymiş benim bu günüm. Koskoca 9 ay bitti hamilelikle, ondan başka elimi bu denli tutan, saçlarımı seven, tüm çirkinliğime rağmen öpen, beni bu denli koruyup kollayan bir ikincim olmadı.

Allah seni başımdan eksik etmesin koca kalplim. Bazı şeyler, yaş ilerledikçe ne güzel gelip vuruveriyor insanın yüzüne.
Allah benim bütün hatalarımı bıraksın öbür tarafta çekeyim de, seni burdayken başımdan eksik etmesin.
Ne yaparım onsuz diye düşünürken ondan bir ikincisi geliyor ki o da şükür sebebim. Kaldı 20!
Düşünsenize sevdiğiniz adamdan bir tane daha yaratıveriyorsunuz. Mucizelerin için yaşanır hayat.

Seni olduğun gibi, olduğunda böyle olduğun için seviyorum. Bu çirkinliğime rağmen beni böyle sevebilmen gibi, aynısı işte.

İyi ki...

🙏🏻

"...Şirin mi şirin gecekondu evleri.
Samsun asfaltında totomobiller.
Ne güzeldir yollarda olmak şimdi..."

🙏🏻