29 Haziran 2017 Perşembe

280617

Gece, hayatımızın en güzel gecesiydi.
Senin sayende.

Hem heyecan, hem tatlı bir hüzün, hem korku, hem mutluluk. Hepsini bir arada yaşattın.

İnce çizgiler, silik ikinci çizgiler derken, koşa koşa hastaneye gecenin bir körü gidip kan tahlili yaptıran her anne baba adayı gibiydik biz de.

Tek farkımız, o parkta, 45 dk, sadece bir sayı sonucunu beklerken fruit ninja oynamamızdı.  =) Sanırım bu konuda tek olabiliriz. =)

Belki de sana sahip olamayacak kadar çocuğuz hala bilmiyorum. Tek bildiğim seni aslında bu kadar bile çok istediğimizi bilmediğim.

Sonuçları aldığımda, hüngür hüngür ağladım. Hüngür hüngür güldüm. Hüngür hüngürdüm anlayacağın.

Hayatta neye sahip olduysam, hepsine fazla fazla değer vererek kendimi bitirmeye oynadım bugüne kadar. Ama şimdi biliyorum. O değerin en büyüğü sana olacak.

Bütün dualarım tutunman üzerine. Sana çok ihtiyacım var. Lütfen tutun bana. Lütfen..

Sen tutunursan, ben seni bir daha hiç bırakmam! Söz!

Hoş, gel, bebeğim. *

26 Haziran 2017 Pazartesi

Dublin

Dublin'deyim.

Sanki seneler geçmemiş gibi, köşede Bülent Abi göz kırpıyor. O bile yaşlandı sayılır. Babam'la çok eskidir ahbaplar. Çok severler birbirlerini. Eskişehir'de kaliteli ne varsa bu adamın eli vardır. Hiç yoksa mutfağına dokunur, muhteşem yapar herşeyi.

Biramı yudumluyorum. Çalışayım diye açtım bilgisayarı ama sıcak çok yorucu. Güzel bir şarkı başladı aklıma o akşam geldi.

Armin elinde su hortumuyla çimleri suluyor. Safa'nın canı peynirli patates çekmiş yine. Dublindeyiz. Gürkan soda söylemiş, Yasin Esin Mert Ogün ben bira içiyoruz. Esin o zaman hamileliğe baya uzak tabi :) Peynirli tırtıklı patates gelir gelmez yumuluyoruz tabi ve hemen bitiyor. İşin garibi Safa çığlığı basıyor, "Bir tane daha gönder Birtan" Armin koşarak geliyor. "Sizin şarkıyı açayım mı?" diyor. "Aç" diye bağırıyorum. Çünkü çok garip değildir ki, müzik işine kafası takık bir ben varım bu grupta. =)

O zamanlar Oscar and the Wolf'u kimse bilmez, biz mekanlarda açtırırız öyle kafalar.  :) Açtı şarkıyı (link aşağıda). Geçti su hortumunun başına, "hazır mısınız" falan, "ulan noluyor" derken bizim o hortumla sırılsıklam olmamız bir oldu.

Mekan boş, olsa bile çok umrumuzda değil tabi. Kahkahalar üstüne bir tabak daha patates yemiş sonrasında da köşedeki kokoreççi "by Ramazan"a gitmiştik. Gürkan çok sever diye. Sadece o sever diye birer çeyrek koko da biz yemiştik.

Zaman tatlıca geçiyor gidiyor be çocuklar. Bu akşam yine Dublin'de büyük bir buluşmamız olacak. Armin yok. Suyla ıslatılsak kızarız bile belki, çok büyüdük. Ama elimiz Defne'oşta, gözümüz Ada'mızda olacak. Yine çok güzel, çok eğlenceli bir akşam bizi bekliyor biliyorum.

Sizi çok seviyorum en güzel Ailem. Çok!

Hadi gelin. Hazır masamız =)

şarkı : https://www.youtube.com/watch?v=oIhNoeKFwbE

21 Haziran 2017 Çarşamba

Dönence

Çok zor zamanlar atlattık. Biz onunla çok zor zamanlar atlattık.

Bu sefer geçemeyeceğiz sanırım dediğim bütün yolları onun elini tutarak geçtim. Hepsini.

Hataların üstüne örtü mü örttük, kaldırıp çöpe mi attık bilmem ama, 9 yıllık hayatımızın en zor zamanlarını son 6 aydır yaşadığımız bir gerçek. İstanbul'a ilk geldiğimde buhranlıydım kabul. Haklı haksız bütün sebeplerle kendimi aşağıya çekerdim. Ama son 6 aydır, ben çekmedim kendimi aşağıya. Belki de o ayak bileğimden tutan eli itebilirdim, itmedim tamam. Ama ben çekmedim kendimi kuyulara. Bu birikmişlikler, 27 yılın yorgunluğu, şehir kalabalığı, iş stresi derken kendimi sürekli sakinlik için gittiğim yerlerde ağlarken buldum. Evimin her köşesine matem saldım. Onu, en çok onu yıprattım. Hiç yılmadı. Benim tanıdığım adam zaten yılmazdı, ama benim tanıdığım adam 9 yıl öncedeydi. Bunca sıkıntıya, zorlu yola rağmen bir dakika kendini bırakmadı. Ne kendini ne de beni.

Neyse neyse, fazla söze gerek yok işte. Bir konser hayatımızı değiştirdi. Aslında bizim hayatımızı değil, beni değiştirdi. Ne çok severmişiz birlikte ıslanmayı. Ne çok özlemişiz deliler gibi el ele yağmurda koşturmayı. Özlemek güzel şeymiş şimşek gibi çakıveriyor kafasına kafasına insanın.  Reddediyoruz büyümeyi. Reddedicez. O kar yine yağacak, üşürüz diye düşünmeyip koşa koşa atlayacağız üstüne karların. O gök gürleyecek, korkumu ona sarılarak dindireceğim. O Avrupa'ya yine gidilecek, aynı yollar geçilecek, o geceler o gündüzler bütün kötü anıları silecek.

Hatalarımla yüzleşeli çok oldu. Böylesine ölmeler bitmeler ondan ya zaten. Ama "Bitti" dedim. "Ben bitti diyorsam, BİTTİ." Ben öyle dediğimde gözleri parladı. O sarılışı büyülü gibiydi. O büyüyü bozmamak için herşeyi yaparım artık.

Sonsuz kez söyleme kararı aldım. İçimden, dışımdan.

Beni bırakma!






19 Haziran 2017 Pazartesi

Sütçü

Saat 11:47 falandı. Üretim hattına inmek için önlük, bone vs. tüm gerekli kıyafetleri giydikten sonra derin bir nefes aldım. Üretim koridorlarında geçen 5 yılıma istinaden aldığım bu nefes kendime, kariyerime verdiğim en büyük haksızlıklardan biri. O koridorlarda koştururken hiç düşünmezdim "ya nefessiz kalırsam" diye. Kaldı ki, geceler boyu çalışırdım, hiç de nefessiz kalmazdım.

Aybala Hanım'la aramda geçen bir kaç dakikalık konuşma aklıma geldi. "İnce bir çizgidesin tatlım, o çizgiyi aştığın an seni kimse tutamayacak." demişti. Çizgiler demişken, tavandaki karoları saymaya başladığımı farkettim. Bütün fabrikalarda olur bu karolardan. Hiç bir işe de yaramazlar. Bir yağmur yağsın, hemen damlatırlar. Karoların düzenine bakınca, düzensizliğime güldüm. "Sen o düzensizliğe, düzen getirebilmiş nadir mühendissin. Hala senin düzeninden gidiyoruz, kendini mi düzeltemeyeceksin." demişti Aybala.

Süt sektörünün içine doğmuşum gibi hissediyordum. Ama aslında oraya ait değilmişim de gibi. Bugün olsa yine süt sektöründe çalışır mıydım? "Hayır" cevabım. Peki ne yapardım? "Bilmiyorum." Nasıl bilmem?

Yaşam koçlarının anlattıkları ve net oldukları tek bir şey var. "Hayatınızı kontrol etmeye çalışmayın." Ben hayatımı kontrol altında tutucam diye delirdim 28 yılda. Siz neden bahsediyorsunuz? Bu saatten sonra kontrol altına alamadıklarım içimi gıcıklarken, nasıl birden değişip kontrolü yukarıya bırakayım?

Düşünceler beynimi adeta yakarken aşağı inmiş bulundum. Kapıdan üretim koridoruna çıktım. Hani şu dün geceden beri beni öldüreceğini(!) düşündüğüm koridora. Derin bir nefes daha aldım.

Durdum.

Bir nefes daha.

Durdum.

Gülümseme geldi. Birden. Şaşkınlıkla yanımda üretimci arkadaşlardan biri geçti. "Hayırdır Burcu Hanım" dedi. Bir şey yok der gibi kafa salladım. Gülümsemeye devam ediyordum.

Nefes alıyorum diye gülümsemedim. O süt kokusu ciğerlerime dolunca saçma bir gülme geldi içimden. Neden diye sormayın ben de bilmiyorum. Aslında biliyorum. O koku bana 6 yıl öncesini, 6 yıl önceden devam eden 5 yılı anımsattı diye gülmüştüm. Ama onca gözyaşına bu gülümseme küfür gibiydi.

Ve tekrar düşündüm.

"Asla kurtulamıcam ya" dedim. "Ben buyum işte. Sütçüyüm.(!) Ve asla kurtulamıcam."

Kontrolü bırakmanın tam zamanıydı şimdi.

Beni burada bırakın!!! diye bağırıcam sanırım en kısa zamanda. Tam burda. Burda!

12:19