13 Aralık 2011 Salı

B-i-sigara molası..

Rüyalarınızda gece yatmadan önce düşündüğünüz şeyleri görür müsünüz hiç?

Uyumak istediğimde en çok düşündüğüm şeylerden biri öğrencilik evimdir. Huzur bulmak uğruna, kendimi çoğu zaman hala ordaymışım gibi, yalnızlığa alışmışım gibi, sessizliğe alışmışım gibi hissetmeye çalışıyorum. Bazen ailem o kadar fazla geliyor ki evin içinde. Duvarların üstüme üstüme geldiği zamanları özlediğimi farkediyorum.

Rahat rahat sigara içebilmek adına bunu artık babamın yüzüne haykırma kararı aldım bugün mesela.

Hastaysak hastayız, alkolsüz kendimi bok gibi hissediyorum. İçicem çünkü ona sarılmak istediğimde o da benden kaçarsa dayanamıyorum. Anneme bunu haykırcam bugün mesela.

Televizyon denen şeyden nefret ediyorum. Keşke sadece maçtan ibaret olsa hayat. Sigaram yansa, içkim elimde olsa ve insanlar topun peşinde koşsa.

Saçmaladım..

Yakın arkadaşlarım iyi bilirler. Okulun bitmesine yakın her gece içmeye başlamıştım. Resmen alkolik gibi. sabah kapıma dayanırlardı uyandırmak için. Ağlar ağlar "bitmesiiin bitmesin istemiyorum. ben daha büyümedim istemiyorum." şeklinde içer dururdum. O dönemime geri dönmek istiyorum şu an. Öyle sağlıklı ve öyle alkolik olmak istiyorum.

Evimi özledim.

Burda hapiste gibiyim. Burası benim evim değilmiş gibi hissediyorum. Ben evimi özledim.

Rüyalarımda kanıtladı bunu, bilinçaltım evimi yaşattı bana.

Zaten şu hayatta tek teşekkürü bilinçaltıma edebilirim. Zira bana yaşattıkları çoğu zaman muazzam oluyor.

Evimi özledim.

Evimi özledimmmm.

Acaba şimdi kim o mutfakta kahvaltı hazırlarken son ses müzik dinliyo...

Acaba şimdi kim? :'(







Ben o mükemmel hayatımı özledim....

Durduk yerde çalan yangın dedektörümü bile özledim ya..

O hayatın içinde tek mükemmel olmayan o dedektördü ve ben onu bile seviyordum..

Ha bide sandalyelerden biri dengesizdi sürekli düşerdi ama olsun..

Oooof iyi be.. O hayatım çok da mükemmel değildi belki ama, şimdiden güzeldi...................

Ben o az mükemmel ama mutlu hayatımı özledim..

8 Aralık 2011 Perşembe

B-parçaparam

Sabrınız dayandığınca tutunursunuz hayata. Ve sabrınız hep tükenir. Ama asla kopmazsınız hayattan. Nasıl bir ironidir bu?


Çift kişilikli olduğunuzu sandığınız oldu mu hiç? Ben sürekli sanıyorum..


Bastırdığınız kötü bir karakter, arada bir çıkar vücudunuzdan.. Diğer güzel, iyi olan herşeyi götürür sizden. Üstelik küstahtır da.. Kolaaay kolay gitmez bir yerlere. Ele geçirir herşeyinizi ve zamanla iyi olan herşeyi unutturup, yanlış kötü ne varsa onu güzelmiş gösterir gözünüze. Neyse ki o iyi yanınızı hatırlatıcak güzel insanlar vardır hayatınızda.. Bir gülücük bir öpücük dahi yeter onu, o güzel yanınızı hatırlamanıza. Hatırladığınız her an gözlerinizden yaşlar dökülürrr, dökülür.. bazen az bazen çok ama çoğu zaman gözleriniz şişecek kadar ağlarsınız. Pişman olursunuz. O içinizdeki ikinci kişiyi tekrar bastırırsınız. Ama bu hikaye tekrarlanıcaktır emin olun. O kötü karakter sizin en ezik olduğunuz yanınız çünkü. Kiminde para, kiminde ilgisizlik, kiminde yatak, kimindeyse aşk. 


O ezik, o bitkin, o hep istediğiniz ama ulaşamadığınız şey aşksa hele işiniz zor be dostlarım. 


Ama o kötü karaktere dur demeye sakın çalışmayın. Bırakın herşeyi oluruna. Ne olacaksa olsun.


Zira düşünerek hareket etmek hiç bir zaman fayda etmiyor. 


En azından anınızın tadını çıkarın.


Aynı çocuklar gibi...








"Şimdi o kötü karakterimle başbaşayım yine. Ve tek yapmam gereken bu lanet şarkıları kapatıp, akan rimellerimden ders çıkarıp, bir sigara daha yakmak.. "



4 Aralık 2011 Pazar

S-fin

"Dunyanin en sevilesi adamini sevdiyseniz bir kere, ne hata yaparsaniz yapin, o sevilesi adam sizi korur kollar.. Asla onsuz olamicaginizi farkettiginiz her an mutlu oluyorsaniz eger mutsuzluk nedir bilemezsiniz.. Ben tanidiginiz Burcu ya da hic tanimadiginiz ben Bubuksultan, acik ve net bunu burda aciklamak isterim ki, dunya uzerindeki en kotu en boktan insan olmus olsam bile, basima gelmis en guzel insan olan Mert Köktener'i butun olumsuz sartlara hayatin butun bokluklarina, uzayan yollara, onsuz gecen saatlere ve kader dedigimiz o lanet seye inat, 10 seneye meydan okurmuscasina hala cok ama cok seviyorum. "Beni oldugum gibi kabul eden bir ailem bir de sensin.. Sen de benim ailemsin.." 


Bana ragmen yasattigin her sey icin... Her sey icin tesekkur ederim...."


4 Aralık 2011 akşam saatleri yaklaşık 21:40da falan yazılmış bir yazı..
20 günde neleeer neler değişirmiş..
Farklı olan şey bu yazıyı otobüsten yazıyo olmam bence.. 
Çünkü uzaksanız her zaman uzaksınızdır ve yakınlaştığınız her an, mutlusunuzdur.
Ama biz aslaa uzaklaşamıyoruz artık..


Hoşgeldin Köktener..

29 Kasım 2011 Salı

eS-Kaza Gıdacı :)

Icq diye bir şey vardı küçükken. Bilir misiniz bilmem. Kimle konuştuğunu dahi bilmeden bıdır bıdır konuşurdun. O yaşlarda hep büyük bir insanmışım gibi numara yapmayı tercih ederdim, niyeyse. 20 yaşındayım derdim. Nerde okuyosun dediklerinde, ODTÜ Tıp derdim. :) İşin garip tarafı, ODTÜ de tıp var zannederdim. Hatta biz ailecek, benim bir gün ODTÜ de tıp okuyacağıma inanırdık. :))) Bu ne cahillik anlamıyorum hadi ben çocuktum. Ya bizimkilere ne demeli? Annem babam nasıl iyi ebeveynlermiş görüyorsunuz. Beni hep ütopik şeylere alıştırmışlar, gelecekle ilgili hayallerim bile imkansızmış. :) Icq da konuşurken ODTÜ Tıp dediğimde karşımdaki kim olursa olsun "Hadi yaaa, öyle mi? Vay bee.. Ne kadar zekisin demek ki" falan diyerek beni yerden yere vurmuş da haberim yokmuş. Ben de ego tatmini yapıyor olucam ki, bu iğneleyici tavırları anlamak yerine, "Yaaa çok zekiyim ben" demeyi tercih ederdim. Ah ah ne deli çağ, ne deli günler.. :)

Klasik bir ailenin klasik tek çocuğuyum ben aslında. "Benim kızım doktor olucak" diyen bir baba, "Benim kızım çocuk doktoru olucak" diyen bir annenin, tek kızı işte. Başka hayal kurmama izin verilmemiş olucak ki, lise son sınıfa gelene kadar, hatta sınav sonuçları açıklanana kadar dahi ben mühendis ne demek bilmiyordum. Halbuki yedek hedeflerinin olmaması ne kadar saçma. "ÖSS de beklediğim başarıyı gösteremezsem ne yaparım?" ı dahi düşünmemiş olucam ki, sınav sonuçları açıklandığında baya bi afalladım. Zira ÖSS'ye hazırlandığım zamanlarda, mühendis olacağım aklımın ucundan  geçmezdi. Geçemezdi. Doktor olucaktım ben. Ne mühendisi. :)

Beynim büyük bir kaos yaşarken duygularım altüst olmuştu. Hiç unutmam o geceyi, gizli gizli vitrindeki yıllanmış şarabı açıp, bir şişe şarabı kafama dike dike içmiştim. O sınav stresiymiş, tercih stresiymiş zamanları zaten dokunulmazlık kazanıyosunuz. Herşeyi yapmak size serbest. Streslisiniz ya. O yüzden işte :) 

Tercih günü gelip çattığında 12 adet tıp tercihi yazılmıştı bile kağıda. Ama kazanamayacağıma emindim. Bir yandan aklım ODTÜ de olucak ki, mühendislik dallarını araştırmaya başlamıştım. Kimya mühendisliği, isminde meymenet yok. Kimyadan oldum olası nefret ederim. Bir de mühendisi mi olucam. Ama olsun dedim hadi. ODTÜ Kimya mühendisliği 13. tercih olsun. Sonra Gıda mühendisliğini keşfettim. Ufak bir araştırma sonucunda tek bir sonuç çıktı ortaya. "Gıda iyidir canım, tam bir bayan mesleği. Hem AB uyum yasaları falan, önü çok açık." Ne palavra ne palavra. Tamam ya dedim. Bir sene daha hazırlanmaktansa ODTÜ de herhangi bir mühendislik okumak iyidir. 14. tercih ve son tercih ODTÜ Gıda Mühendisliği. 

"Ne yapar bu mühendis yahu. Yemek mi yapcaz yani? Diplomayı satarım en olmadı. Fırın falan açarım ne bilim. Zaten tutmama ihtimali de yüksek. Bir daha deneriz olmadı. Hem tutarsa da iyi olur ha. Eskişehir de ETİ var, PINAR var. Olur mu ki dersin. Olur ya. Nese uyuyim ben."


Sabah sonuçlar açıklandığında çığlık çığlığa idim. Bu kadar sevinmemdeki neden neydi bilmiyorum. Ben çok sevindim çok sevindim diye bağırıken, telefonda kuzenim, "ben sana yazma demedim mi? benim bissürü arkadaşım açıkta" demeyi tercih etmişti. :) hiç unutmam. Hiç silinmedi aklımdan. Hatta her seferinde diyorum. "Kapak olsun. Senin arkadaşların akılsızsa ben napayım :)" 

Ama gerçekten neden bu kadar sevindiğimi bilmiyordum. Tıp olmadı diye mi? Ankara diye mi? ODTÜ diye mi? bilmiyorum. Gıda mühendisliği olduğu için sevindiğimi hiç sanmıyordum ama. Kim bilmediği birşey hakkında sevinebilirdi ki.
İşte böyle başladı hikayem. ODTÜ, hayatımda karşılaşabileceğim en güzel yer, en güzel yuva oldu hep benim için. O yüzden her fırsatta o çoooooook ama çoooooook sevdiğim insanla o ormanın kokusunu çekmeye bayılıyorum. ODTÜ beni büyüten, benim aklımı başımdan alan, beni aşık eden, bana araba(!) kullanmayı öğreten, herşeyden önce bana yaşamdan zevk almayı öğreten tek yer oldu. Öyle de kalıcak hem de ömrümün sonuna kadar. 

Gıda mühendisliği mi? Heee o mu? Öncelikle söylemeliyim ki "Bayan mesleği" değil :) Aslında mühendislik bayan mesleği değil. Ama şöyle bir ayrım var ki işin püf noktası. Bayan mesleği erkek mesleği diye bir şey yok. Tuttuğunu koparan bir kadın, en büyük gıda firmalarından birinin kalite müdürü olabiliyorken, pısırık bir adam, o fabrikada 10 gün bile çalışamayabilir. Yani bu biraz kişilik, gelişmişlik, ve kafayla alakalı bir mevzu. Ben başardığıma inanıyorum. İyiki gıda mühendisiyim, iyiki burdayım, iyiki o son tercihimdeyim. :)

                                                                                     Hayır hayır, yemek yapmıyorum.

Çalışma amacım sadece bebekler, çocuklar.. sizleri hiç mi hiç umursamıyorum.
Onlar için yemin ettim bir kere. İçiniz rahat olsun.. .)



15 Kasım 2011 Salı

B - Mesud-u Güneş

**Şırıngayla çekip alsınlar seni, tüm vücudumdan ruhumdan,
Kırıntın bile kalmasın beynimde..**


Yaklaşık 6 aydir sağlık problemlerimin içine gömülmüş durumdayım. Öyle olmuş diyolar, tamam diyosun. Böyleymişsin diyolar, tamam diyosun. Şunu iç geçicek diyolar, içiyosun, sora geçmio falan filan derken hastaneden doktordan yatmaktan nefret ettiğimi farkettiğim anda yani işte bu andayız.

Oldum olası sevmem hasta olmayı. Hatta hastalık hastasısın sen derler en yakın dostlarım. Ama bilmiyorum gerçekten hastalık hastası mıyım? yoksa acı çekmeyi mi seviyorum? bileniniz varsa cevap versin özelden falan :)

Çünkü sanki üzülmeye endeksli gibiyim. Üstümdeki büyük güç beni oraya programlamış "Bu kız herşeyden üzülcek bişi bulsun." der gibi gözlerini dikmiş bana bakıyor. Napıyım ama ben? üzülmesem ayıp olmaz mı? :)

Şu bilgisayarda olmasa bana kim arkadaşlık edicek diye düşünürken aklıma çok deli bir fikir geldi bugün.

Koştur koştur çocuk polikliniğine indim elimde serumum. En sevdiğim şeyden neden uzak kalıcakmışım ki dedim kendime. Ciddi sağlık problemleri olmayan ufak cerrahi müdahaleler geçirmiş aileleriyle mutlu mesut yataklarında yatan 10larca çocuğu ziyaret ettim. İçlerinde en çok etkileyen beni Mesut oldu. 5 yaşında Mesut. Çok tatlı bir suratı ve miniminnacık şirincecik elleri var. 

O minicik ellerin üzerinden damar yoluna giren o iğneden nefret ettim gördüğümde. 

Tek gözü kör doğmuş Mesut. Bir sürü ameliyat geçirmiş ama bir türlü çözüm bulamamışlar. Neyse ki bu ameliyatından çok umutlu doktorları. Mesut artık umut ışığını görebilicekmiş. Öyle diyorlar. 

Giderken gitme diye elimi tuttu. İşte o an, sabah kalkıp ilk işimin koştur koştur gelip Mesut'a bakmak olması gerektiği aklıma geldi. Onun gözleriyle kendi umut ışığımı birleştirdim belki de.. Aslında kendimden çok onu önemsedim sanırım. Umarım yarın umut güneşi Mesut için doğucak. Umarım ben de sabah kalktığımda hala simetrik iç organlara sahip olabilicem. :)

Bu arada ben iyiyim. Çocukları ne kadar sevdiğimi bilenler, "Gücümü tekrar toplamama bir Mesut gülüşü yetti bu gece" desem beni anlarlar sanırım.

Hadi be, hadi be Mesut. Başarıcaz, zorundayız.. (=



Bubuk'u dinlediniz..

14 Kasım 2011 Pazartesi

B - Sevdiğin Kadar Sevilirsin

"..Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü.."


Pazar günü, Güneri Civaoğlunun Şeffaf Oda adlı programına takıldı gözüm. İsmini hala bilmediğim bir sinema filmi hakkında konuşuyorlardı ve konuklar o sinema filminin oyuncularıydı. Uyku sersemliğimi üstümden atamamış olucam ki, filmin konusu hakkında öğrendiğim tek bir şey var. Kadın ve adam çok severler ama kadın amansız bir hastalığa tutulur. Adamı sürekli unutur falan neydi o filmin adı İlk 50 Öpücük çakması gibi bişi yani. Neyse bunu konuşmak anlamsız. :)

İşte o programda karşılaştım bu şiirle. Dünyamı altüst etti. Dinledim, dinledim, sustum, yine dinledim. "Can Yücel ne doğru ne anlamlı bir adammışsın." dedim kendi kendime. Herkes konuşur, herkes yazar ama kimse bu kadar anlamlı kelimeleri bu kadar doğru yerlerde kullanamaz. Şaşkınım.

"..Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin..."


Kim karmaya inanmıyorum derse yalan söyler. Yaşattığımız kadar yaşamıyor muyuz sizce de? Üzdüğümüz kadar üzülmüyor muyuz? Veya sevdiğimiz kadar sevilmiyor muyuz? Hayıırrr! Sevil-miii-yoo-ruuzz! dediğinizi duyar gibiyim. Ama ben sizin anladığınızdan daha farklı bişiden bahsediyorum şu an. O çok sevdiğiniz insan sizi sizin onu sevdiğiniz kadar sevmeyebilir. Ama emin olun, başka bir yerde sizi en az sizin başkasını sevdiğiniz kadar seven birileri mevcut. Hata insanoğlunda ki, o çoook sevildiği insanın değerini asla bilemiyor. 

.".Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın..."


İnsanı insan gibi kabul etmek anlamına gelmez mi bu sözler. Karşımdaki heey! sana diyorum. Bana güvendiğin kadar inan.. (=

"...Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin
işte budur hayat!
işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin Kadar Sevilirsin."





Yüreğine sağlık Can Yücel...

Bubuk'u dinlediniz.


10 Kasım 2011 Perşembe

B-...

Onun gözlerinden bakmak vardı şimdi, yada Onun gözlerine bakmak..
Son Balo adlı kısa filmi izlerken bile düşündüm uzun uzun, Onunla dans etmek vardı şimdi..
Bu şarkıları Onunla dinlemek vardı, Onunla sölemek..
Onunla kutlamak vardı 100 yılı, daha nicelerini..
Şimdi biraz buruk içim, sadece Onun sevdiği şarkıları dinlediğimden..
Ne kadar istesem de korkutuyor beni Onunla ilgili belgeselleri izlemek..
İzlerken çok gözyaşı dökücem sanki..
Ama diyorum ya, Sadece Onun için ağlamak var şimdi..

Huzur içinde yat Atam, desem de bu milleti sömüren onca şeyle orda huzurlu değilsin biliyorum..

Kalk ordan Atam.. Tekrar bizimle ol..
Sana, senin gibi insanlara ihtiyacımız var..
Saltanatı yıkmaya, tekrar Cumhuriyeti kurmaya ihtiyacımız var..

Uyuma artık, gel tekrar Atam..


Gözlerim dolu dolu.. Ama ne çare..

Bubuk'u dinlediniz..

9 Kasım 2011 Çarşamba

B-Ana.Son

Gidenlerle ölünmüyor ama kalanlarla da yaşanmıyor.

Şimdi nolucak biliyor musun?

O son dalganın gelip beni yavaşça almasını beklicem...




Bubuk'u dinlediniz..

8 Kasım 2011 Salı

S-Gökyüzüne Değmek

Öncelikle iyi bayramlar herkese. :)


Hayat yorgunluklarımız arasında ki ufacıcık kaçamaklarımızdır bence bizi hayata bağlayan. Sizlerde benimle aynı fikirdeyseniz eğer bu bayramda bir yerlere kaçmışsınızdır. Ailelerinden uzakta olanlar aileleriyle diz dize oturmayı tercih etmiş olabilirler ama ben bu bayram hayatımda ilk defa ailemle beraber olamadım. Aslında amacım biraz da beni içine çektiğini hissettiğim bu şehirden kaçmaktı. Bunu da baya güzel bir şekilde başardığımı düşünüyorum. :)


Sezonu olmamasından ötürü çok sakin sessiz ve tam anlamıyla kafa dinlemelik olan Uludağ'a kaçtım bu bayram. Hayatımda ilk defa gittiğim için açıkçası bir miktar korkmadım değil bu ihtişamdan. Gerçi aklımın ucundan dahi geçmedi sıkılmak. Ne de olsa kafa dinlemeye gidiyorum otel odasının bir köşesinde dağ havası da alsam yeter dedim. :) 



Aslında pek de öyle olmadı. Bayramda tek açık olan otel bizimkisi olduğu için otel hınca hınç doluydu. Ve otel çalışanlarının ilgisine hayran kaldığımı da dipnot olarak söylemek istiyorum. Biz sıkılmayalım diye herşey düşünülmüştü. Toplantı odalarının birinde her gün film gösterimi bile yaptılar inanılır gibi değil. :p


Kaçamağımın en güzel tarafı ise yine otel sahipleri tarafından ayarlanmış olan dağ yürüşüydü sanırım. Yaklaşık 40 kişilik bir grup halinde kendimizi dağlara taşlara vurduk ve 2 saate yakın yürüyüş yaptık. Havanın mükemmel olmasından mı yoksa grubun içtenliğinden mi bilmem o 2 saat rüya gibi geçti. (son yarım saati biraz acılı olabilir zira yürümeye pek alışkın bir bünye değilim :p) En güzel kısmı da vardığımız yerde sucuk ekmek partisinin bizi bekliyor olmasıydı. Meğer onlarca insan sucuk için yürümüş de haberimiz yok biz sanki çok sportif insanlarmışız gibi habersiz gitmiştik halbuki. :)


Uludağ dediğimiz yeri kafamda o kadar küçültmüşüm ki, mükemmel bir tatil geçirdim. Meğer olay aslında bir yere gidicekseniz hiç bir beklentiniz olmadan gitmeniz gerektiğiymiş. Aslında kar olsa da olmasa da yapıcak o kadar çok aktivite vardı ki. Telesiyejle zirve keyifleri, dağ yürüyüşleri, atv ile zirve keyfi, Mandra club da dj performansları, yemeler içmeler vs. Gerçi ben bunların hepsini yapamadım. Maalesef atv ye binemeden tatilimi tamamlamak zorunda kaldım. Açıkçası çok da hevesli değildim binmeye ama, nese bu konuyu kapatalım. :)


Kısacası herkese tavsiye edebileceğim bir yer Uludağ. Gündüz aktiviteleri dolu dolu, gece eğlencesi de mükemmel ötesi. Eğer gidecek olursanız, Ağaoğlu'nu tercih etmenizi de tavsiye ederim. Diğer otelleri bilmesem de, ben otelden çalışanlardan, aktivitelerden, yemeklerden ve sınırsız hizmetten çok keyif aldım. 

Fotoğrafçıları Rahşan da fena değildi hani.. ;)


Sultan'ı dinlediniz.. (=






3 Kasım 2011 Perşembe

S-Mikail , Bir Ölümsüzlük Şarkısı

"Bazılarınız tarafından skandallarla dolu hayatı yüzünden yıllardır dünyanın en iyi müzik yapan adamı olduğu unutuldu gitti Michael JACKSON'ın .. Mükemmel sahne şovları, binlerce, milyonlarca satan albümleriyle benim gönlümde taht kurmuştu halbuki.. Arşivini yaptığım Dave Gahan şimdi ölse, bu kadar üzülür müyüm bilmiyorum.. Belkide Jackson, bana müziği öğreten adamdı, onun için yeri çok başkaydı..

Çocukken Remember The Time, klibini her izlediğimde toz şeklinde kayboluşundan korkar yatağa saklanırdım.. Ama yine izlerdim peşpeşe hiç usanmadan.. Thriller'ı dinlerken o sondaki kahkahadan korkardım, kaçardım.. Mustafa Abim ve Ahu Ablam da benle eğlenirlerdi saolsunlar.. :)

Bütün klipleri kazınmış aklıma, bütün şarkıları da öle.. Skandallarını mı? Kesnlikle hatırlamıorum..

İnsan olarak hatamız bu noktada zaten.. Özel hayatıydı, hatalarıydı die eleştirmekten bütün büyük sanatçıları eritiyoruz.. Barış Manço gibi üstat bi adama bile, "Yatakta sevgilisiyle, karısını aldatırken kalp krizi geçirdi" dedik.. Onun için kulaklarımı kapadım, kim ne derse desin umurumda olmadan yazıorum bu yazdıklarımı..

Sizler, daha yeni yeni keşfedilen soundları önümüze seneler önce seren, o zamanın rockerlarını alt edip, sahne şovunun böğürüp korkunç kıyafetler giymekten ibaret olmadığını öğreten, Human Nature la jazz yapan, They Dont Care About Us'la eşitliği savunup isyan eden ve isyanını duyurabilen tek insanı kaybettiniz.. Bense en büyük öğretmenimi..

Huzur içinde uyu müziğimin kralı... "

                                                                                                                               


Yıllar ne çabuk geçmiş. 
Oysa dün gibi aklımda ölüm haberini ilk alışım. Her radyoda her kanalda şarkılarını kliplerini izlemekten çok memnundum aslında. Onu kaybetmiş olabilceğimizi aklım almıyordu. Keşke bazı şelerin değerini kaybetmeden anlayabilsek diye yüzlerce defa fısıldamıştım kendime. Ne kadar acı ki onu kaybedeli 3 sene oluyor. Ve ne kadar gurur verici ki hala şarkılarını sıkılmadan dinleyebiliyorum. Onunla yaşayabiliyorum. Yepyeni kayıtları çıkıyo, heyecanlanıyorum. 

Bu konu nereye mi gidiyor? Şöyle ki, mükemmel işimi fabrikada bırakıp eve geldim. Tam o pis yorgunluğumla cebelleşirken Itunes'umun benim için seçtiği Human Nature parçası kulaklarımı çınlattı ve sonra bu yazıyı yazma kararı aldım. Shuffle'dan çektim şarkılarımı sıradan MJ çalıyor, hepsi tek tek hafızama tekrardan yazılıyor. (=

O değil de, birileri sanki ruhumu emiyor gibi hissediyorum. Enerjim çekiliyor. 
Bazılarına ruh emicisin, bizim evdeki o iğrenç elektrik süpürgesinden betersin diye çığlık atmak istiyorum. 
En duygusuzu, en yamuğu hep beni mi bulur diye isyana başlıyorum.
Ama MJ "tell 'em that it's human nature" dedikçe kendimi kendimde buluyorum.

Hadi kırmayın beni, açın bir "Human Nature" dinleyin, ardından da "Give in to me" ile uzaklara gidin.
MJ yi birlikte analım. 
Bu yorgunluğumda sizleri yanımda hissetmeliyim.


Hep benimle kal MJ..... 

Sultan'ı dinlediniz (=




1 Kasım 2011 Salı

S-Elektriksel Kesinti

Herşey planlı bir elektrik kesintisiyle başladı.
Elektrik elektrik olur mu onsuz evlilik nidalarıyla Esra Erol izlemeyi tercih ederdim şu an ama maalesef işteyim. Maalesef dediğime bakmayın aslında yeterince mutluyum. Sorunsuz, problemsiz 1 günümüz dahi geçmese de ben bu yoğunluğu seviyorum. Kim okumak güzel derse doğru söyler fakat oku oku nereye kadar? Kim memur olmak lazım derse doğru söyler fakat otur otur nereye kadar? :)
Master yapan, memur olan arkadaşlarıma lafım yok tabiki herkesin kendi keyfi kendi tercihi de, Allah aşkına kim mutlu şu an ki hayatından? bana onu bir söyleyin :)
Okuyan adamlar sunumlarından, sınavlarından şikayetçi. Çalışan adamlar çalışmaktan şikayetçi. Bir tek memurlar rahat heralde :) aman onlarında içi geçmiş der, burda bu muhabbeti bitiririm.
Bir elektrikten nerelere geldik be arkadaş dediğinizi duyar gibiyim. Ama napabilirim. Kapkaranlık bir oda ve sepsessiz bir fabrika düşleyin. Şu an çıkan tek ses tuşlarımın sesleri.. :) gayet romantik bir ortamda gayet ruhani şeler yazmaya çabalıyorum. :) bugünlük bu kadar yeter.


Okuyanlara iyi okumalar, çalışanlara iyi çalışmalar, memurlara mutlu hayatlar dilerim.


Sultanı dinlediniz..  (=
P.S : (Special thanks to Tayibe Canbaz for photo) =) love you babe..


31 Ekim 2011 Pazartesi

Başlangıç

İnsan hatalarıyla mı yaşlanmalı? Yoksa pişmanlıklarıyla mı sınanmalı? Bence hiç biri olmamalı. Hatalar affedilmeli, pişmanlıklar gülümsenerek hatırlanmalı.
Hadi ama yapma. 
Sende biliyorsun. 
Başka türlü keyif alamayız ki nefes almaktan. Hem daha kilometrelerce yol var önümüzde. Ömrümüz yettiğince yaşlanmak için koşmuyor muyuz hepimiz? 
Hayır hayır. 
Zannetme ben senden çok farklıyım. Sadece kendi söylediklerine birazcık inansa, mutlu öleceğine emin olan bir insanım. 


Kısacası, hatalarımla yaşlanıp, pişmanlıklarımla sınanmayı tercih eden bir aptalım.


Yani azıcık bubuk, birazcık da sultanım... (=