30 Ekim 2018 Salı

Domuzlar Giremez : Maşukiye

Gezi notları yazmaya bayılırdım eskiden. Bir eskilik yapayım dedim, dile gelsin kelimeler.

26 Ekim - 29 Ekim arası 3 günlük tatili hemen fırsata çevirelim dedik, başladık planlara. Başlarda Rizeler, Hemşinler konuşulsa da son dakika bir Maşukiye hissi kapladı beyinlerimizi. Yolda çok vakit kaybetmeyiz, dolu dolu geçiririz dedik. İstanbul'a uzak olmaz, Bulut'u rahat bırakır, bir şey olursa koşa koşa gideriz dedik. Sessiz sakin olur, bol bol yüksek ses müzik dinler yer içeriz dedik. Güzel bir konak kiraladık. 

Hep brlikteyiz aslında, gündüz, gece. Mesajlarla, akıllarla, duygularla. Rakı masalarında balık, Lavazza'da salata, teraslarda şarabız. Amma velakin ilk defa aynı evi paylaşacak olmanın da muhteşem bir heyecanıyla alınacak listelerini, efendime söyleyeyim, sabah öğle akşam yemeklerini biraz abartmış olacağız ki klasik hayat, çok heyecanlı olduğumuz her anda olduğu gibi büyüyü bozdu ve planlarımızın bir miktar dışına çıktı. 

Neden mi? Söyleyeyim.
HASTA OLDUK!

Şaka değil, 25 Ekim akşamı gruptan yazışırken 3 kişi hastalığını ilan etti, biri de "oluyorum gibi" dedi. "Sıçtık" desek de, "yok ya toplarız" diye moral bozmadan yola koyulduk. Akşam saatlerini Eskişehir soğuğu kaplamış olan sevgili Sapanca'ya vardığımızda, mangal yakılmış, salatalar yapılmış rakılar konulmuştu. ( Cağnım Berk. Ne hamarat adamsın yahu. Söylemeden edemeyeceğim.) 

P.S : #Hamsikuşu #Pes :)

Oturup masaya halimize şükrettik yalan yok. Koca bir şirketten birbirini bir şekil bulabilmiş 5 insan. Hepsi bir tür, hepsi bir cins. Birbirine hiç bir zararı olmamış bu güne kadar. Korumuşlar kollamışlar birbirlerini. Birlikte ağlamışlar, birlikte gülmüşler. Kapkalın görünen duvarlarını birbirlerine indirmişler bir tek. Sevmişler, saymışlar. Başka ne istersiniz ki hayattan, bir arkadaştan. Bilinenin aksine (ya da sanılan mı desem) bir tek kelime şirket konuşulmayan bir masa düşünün. Kimsenin çekiştirilmediği, kimsenin işini anlatmadığı bir masa. Kimseler bunu başaramazken biz başardık diye mutluyduk o akşam. Ertesi gece de öyle. Sabah 6'ya kadar masada içtik içtik hapşurduk, içtik içtik ağladık, içtik içtik güldük. Azıcık yatalım dedik, uyku tutmadı. 8'de yine buluştuk aynı balkonda. 

P.S #Stavroz 

Bu arada hastalıkla cebelleşen bedenlerimiz için, bir bardak gin üstü bir kupa ıhlamur içerek enerji, sabahları gülümseyen güneş sıcaklığıyla ısınaraksa moral depoluyor, geceleri daha çok hırpalanıyorduk. 3 gün aynı semptom ve odaklarla geçti. Ama olsun, yine olsa yine otururum sabaha kadar. Yine ağlarım dertlerini dinlediğim arkadaşlarım için. Yine "değer" yazarım o rakı şişesine. Yine bugün hasta olayım, yine giderim o büyülü eve. Hapşura hapşura da olsa. :)

P.S #evalmakankaal



Aslında daha çok şey yazarım. Ama paylaşasım da pek yok. Büyülü anlar paylaştıkça biter. Bitirmeyeceğim o anları bu sefer. Bir kaç güzel fotoğraf ve bir kaç güzel cümle ile bitireceğim bu gezi notunu. Çıkarttığım güzel fikirler var bu geziden. Kendime not, çekemeyenlere anten ve tabiki dostlarıma hatıra olsun.

P.S #kozmonotosman #doyulurmu
P.S #bençukurizlicem
P.S #ateşimvarmı

  • Çıkarsız sevin.
  • Dil dökün. Sevdiklerinizi kaybetmemek için gerekirse 10 saat dil dökün.
  • Balık alırken balığı (parası ne olursa olsun) temizlettirin. :)
  • Ayaklarınızı sıcak tutun.
  • Satmayın. Satmayın abi. Neden satıyorsunuz. Satmayın!
  • İçine ağlayan, yaş dökemeyen adamlara sarılın. Siz sarılınca ağlıyorlar. Bırakın ağlasınlar da biraz rahatlasınlar.
  • Kedilere çiğ balık verin. Bir daha gelmiyorlar. :)
  • Berk'in salatasından mutlaka yiyin. (ama mutlaka!)
  • Güneşin doğuşunu rakı masasından izleyin. 
  • Balık tencerelerini ertesi güne bırakmadan yıkayın. 
  • Meyve yiyin.
  • Viskiyi de rakıyı da sek için. (yerse)
  • Alkolü götünüzle içmeyin. Götüyle içen arkadaşlarınızdan da vazgeçin. (hayat, kafa ne bulurlarsa darlıyor onlar)
  • Güneşi sevin, Ay'a aşık olun.
  • Dedikoduyu, kıskançlığı bırakıp, birileri için mutlu olabilmeyi başarın.
  • Ya da çatlayın kıskançlığınızdan be! Size öylesi daha çok yakışıyor. :) 
  • Ve maalesef, domuz sevmiyoruz canım. Bir dahakine artık. :)
Kalın sağlıcakla.

B.

22 Ekim 2018 Pazartesi

Rüya

Gece rüyamda, bir ülkenin en uzun binasının terasında yaşayan birini görmeye gitmiştim. Teras öyle eğimliydi ki, eğimin en uç noktasında oturmak için bir bank vardı ve oraya korkudan ulaşamadım. Eğimli yeri aşıp binaya da tekrar giremedim. Bir yanım uçurum, bir yanım dik yokuş. İkisine de cesaret edemeyip ağlamaya başladım. Ne olduğunu anlamadan içli içli, hıçkıra hıçkıra ağlayarak uyandım.

Böyle uyanınca insan ne kadar iyi olabilir ki? Ne karşımdaki insanı hatırlıyorum, ne nerde olduğumu. Tek bildiğim korkunç bir gece geçirdiğim. Böyle uyanıp bir de Pazartesi'nin içine düşünce insan öyle saçma bir ruh halinde oluyor, öyle çaresizce bakınıyor ki etrafa. Sıfır odak sıfır moral. Eh, hafta güzel başladı diyebiliriz. :)

Üstelik, ihtiyaç duyduğum insanlara da bir türlü ulaşamadım. İçim çıktı ulaşmaya çalışmaktan da zaten.

Neyse ya, sen burdasın en azından. 
Güzel bir şarkıya ihtiyacım var. Yazımı okursan, güzel bir şarkı gönderir misin?
Umutlu. Umutlu olsun lütfen.

B.

3 Ekim 2018 Çarşamba

14:16

Hiç bir ay kolay geçmiyor tabi ama, bu ekim-kasım bedenen ve zihnen çok yorucu geçeceğinin sinyallerini yaktı önden. İlk iki ay hadi alışma süreci, az proje verelim, erken çık geç gel derken çocuk bahanelerini bitirdim, zımba gibi başladım Ekim'e. Ajanda öyle dolu ki, bazen nefes alamayacak gibi olup hiç bir şeye tam odaklanamadığımı hissediyorum. İş işiyle, ev Bulut'uyla dolu. Ordan oraya koştururken kendime en son ne zaman yapayalnız bir vakit ayırabildim diye düşündüm bugün. Cevabı bulamadım. Yalnızlık ne iyidir ne kötü. Zamanına, durumuna göre değişir bunun cevabı. Ama bir kahve, bir kadeh bir şeyler, bir alışveriş veya kuaför seansı insanı alır baştan başa iyi hissettirir ya? Bende o iyi hissetme aylardır yok. Zaten bütün gün işe koşturunca akşam yalnız kalmaya da pek yüzüm kalmıyor, adam muhteşem gülüşleriyle boynuma atladığında onu bırakıp dışarı tabi ki çıkamıyorum. E gün gün çöktü bünyem hal böyle olunca, geldik bugüne. Yengeç'e Ay'a sallıyorum falan ama alakası yok. Biraz özel hissetmeye ihtiyacım var sadece. Ve bir süre daha olmayacak sanki. Alışsam iyi ederim.

E, ev telaşı saracak bu hafta itibariyle. Yok o sığar bu sığmaz, yok seramiği, parkesi, boyası, taşımacılığı, toplanması derken, Ekim nasıl geçer hak getire. Tek motivasyon kaynağım 16'sıydı Starbucks sağolsun. O da az önce fabrikadan gelen invitationla son buldu. Bıktım toplantılardan diyemeyecek kadar işe yeni başladım. Öyle olunca içime içime konuşuyorum işte. 

Mis gibi ürün çıkarttım. 3 günde yok satmaya oynadı. Daha neyle tatmin olmalıydım bilmiyorum. En son bu derece çöküşe geçtiğimde 27 yaş sendromu deyip durmuştum. Ne şimdi bu 29 mu? Hayır, hadi o zaman ciddi problemlerim, kendimle alakalı sıkıntılarım vardı. Şimdi ne oluyor böyle? Başlarım sendromuna deyip, kendimi mi doğrasam. Ama kıyamam da şimdi. :) 

Yine bir gün "o" zamanlar kadar mutlu olabilecek miyim bilmeden yaşıyorum şu an. 
Kumar oynuyorum her gün. 5 adam 3 şapka. Hiç birinin kafası şapkasız kalmasın diye ordan al oraya koy kumarı. Kazandırmıyor ama kaybettirmiyor da anlayacağınız.
Neyse, yapacak birşey de pek yok. Şu tilkilerin kuyrukları değmesin de...

Bana biraz yalnızlık, boşluk, biraz sukunet gerek. Aslında nereye gitmem gerektiğini çok iyi biliyorum. Gitsem giderim, ama işte, gidemiyorum.

Amaaaaan..
Hep böyle gidecek değil ya.