Küçük ve karmaşık bir kirpik meselesi aslında hayat.
Evet.
Kırpıştırılan veya elle ovuşturulan gözlerin ucundan kopuverip, defterin bembeyaz sayfalarına doğru intihar eden bir küçük kirpik meselesi.
Ya sımsıkı tutunur, dayanırsınız o ovuşturmalara. Ya da bırakıverirsiniz kendinizi, ne olacaksa olur. Düştüğünüz bembeyaz bir sayfaysa ne âlâ. Belki birileri sever, tutar saklar sizi. Peki ya kapkaraysa düştüğünüz yer? Görünmezseniz? Ya birileri basar üstünüze, ya da ordan oraya yapayalnız sürükleniverirsiniz işte.
Kirpiksem ben de, düştüm mü bilemedim, sanki ufacıcık bir kısımdan hâlâ bir miktar tutunuyor gibiyim.
Düşeceği yeri bilmeden atlayacak kadar özgür değilim çünkü artık. Sevdiklerimi düşünmek zorunda kalacak kadar büyüdüm. O yüzden düşmemeli kirpikler. Hele de yaşlardan, yaşlı gözlerden düşmemeli.
"Neyse."
Mazhar, Fuat ve Özkan Bey'ler "Vurgun yedim" derler iken, güneş yavaş yavaş batmakta İstanbul'da.
Hava balkonda sigara ve bira içmelik, belki bir de bir kaç cümle yazmalık. Yazarken gözleri doldurmalık. Boşaltamadan bir sigara daha yakmalık. Bir kaç sefer daha düşünmelik, sevmelik, bakmalık ve yazmalık..
"Düşmesin kirpikler.
Hem ben yalan söyledim.
Kirpikler BÜYÜK mesele."
S.
Bubuksultan
16 Mayıs 2016 Pazartesi
3 Mayıs 2016 Salı
Defne
Dün geceden başlayan bir sıkıntı aslına bakarsan. Gece ne uyku uyuttu, ne rahat oturttu. Dayanamadım, gecenin bir vakti aradım annenle babanı. "İyisiniz değil mi?"
Annen "biraz belim ağrıyor, ama normalmiş" dedi. Baban "beni bile uyku tutmuyor en ufak harekette uyanır oldum" dedi.
"Yanınızdayız" dedim, dilimden çıktı, gönlümden de. Ancak uzaktım. Uzak olmak çok zor, insan bir telefon kadar uzakta olmakla yetinemiyor böyle zamanlarda.
Gece zor bir geceydi, uyku tutmadı bu bir gerçek. E dolayısıyla sabah da öyle oldu. İş yerinden arkadaşlarım ellerinde tansiyon aletiyle peşimde dolandı bütün gün. Bir sıkıntı. Babanı arasam olmuyor, annene zaten ulaşılmıyor. Tabi benim durumumdan kimsenin haberi yok yine. :) kendi kendime ailenle ve senle cebelleşip duruyorum.
En son 15:21de dayanamadım aradım babanı. Ses tonu endişeli gibiydi. "Hala bekliyoruz, bebeğin hareketleri yavaştı sabah" dedi. Bebek sensin bu arada. Bu konuşma gerçekleşirken bir zippo sesi geldi arkadan. İçim içimi deldi o zippo sesiyle. Baban için normal miydi bilemem ama bana normal değildi o ses. Hemen Mert amcanı aradım. "Safa tedirgin, sesinden anlarım ben, çaktırmamaya çalışıyor gibi. Erken çık, Eskişehir'e gidiyoruz."
1 saat nasıl geçti onun üstünde sen büyüdüğünde konuşucaz(!) :)
Yola çıktığımızdan bir haber olan babandan gelen içinde endişe kokuları içeren "acil doğuma aldılar" mesajıyla Yasin Amcanı aramam bir oldu. Yasin amcan "Hastaneye gidiyorum şimdi haber vericem" dedi. Senden haber gelene kadar geçen süreyi de istersen sen biraz daha büyüdüğünde konuşalım. Zira bana yaşattığın stres ile 80 tane sen gibi bebek doğurmuş kadar oldum. :)
Sonra bir telefon;
-Yasin? NOLDU?
Y: Doğdu bizim kız. :)
-Nasıl yani doğdu mu? Nasıl?
Y: Evet camdan görüyorum şu an çok iyi.
-Nasıl yani iyi mi?
Y: Evet iyi lan işte görüyorum.
-İyi yani? Esin?
Y: O da iyi?
-İyiler yani?
Y: Oğlum iyiler diyorum ya. Safayı veriyim mi?
-(Sessizlik)
Y: Neyse sen ağla bir güzelce, ararsın sonra. :)
..
Öyle işte güzel kız.. Haberini aldığımız günden bu yana sende gibiyiz. Şimdi de sen bizdesin. İyi ki geldin.
Ha bu arada. İyisin diye gelmeyecek değiliz ya. Sana doğru geliyoruz. Yoldayız.
Neden gittiğimizi soran olursa "onlar benim kardeşim, o minik kız da benim canım" diyorum.
Yetiyor...
Görüşmek üzere. :)
Defne Üstünbaş
03.05.2016 ❤️
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)