Sonrasında koşa koşa uzaklaştım bu şehirden. Hem aileden uzak kalmanın ışığı yanıyordu gözlerimde, hem de ODTÜ nün cezbedici ağaç kokusu burnumdaydı.
5 yıl o okulun her köşesine anı bırakarak yaşadım. İyi ki yapmışım dediğim bir sürü an ile doldurdum hem ODTÜ yü hem kendimi.
Mühendislik zor görünüyordu. Hem okuması, hem sonrası. Bir sürü işsiz doluydu etraf. Mezunlar gününde gelen mezunların söylediği cümleler beynimde dönüyordu. "ODTÜ mezunu olmama rağmen, özel sektörde tutunamadım." "Ben mesleğimi yapmıyorum, pastane açtım." "Catering firmalarında üç kuruş maaşa çalışıcaksınız, oje bile süremiceksiniz bunu biliyor muydunuz?"
Mezuniyet yaklaştıkça her koldan başvurular başladı ve Pınar Süt gibi büyük bir firmadan iş teklifi aldım. Henüz mezun dahi olmamıştım. Şirket Eskişehir'deydi. Bu ailemin yanına dönmek, özgürlüğümün belki bir miktar kısıtlanması, İstanbul'da hali hazırda iş sahibi sevgiliden uzak kalmak(kendisi şimdilerde kocam olur) anlamına geliyordu. Ama başka çarem de yoktu. Hem şirket büyüktü, güzel bir başlangıçtı. Hem başka bir seçenek sunulmamıştı önüme.
Ağlaya zırlaya ayrıldım ODTÜ'den. Devrim stadının koca harflerinden "EV" i bağrıma basıp ev bilmiştim o okulu çünkü. Ama ayrılık vakti geldiğinde ne EV kalıyordu, ne ağaç kokusu. ODTÜ bağrına basmayı bırakmıştı diplomayı elime aldığımda. Ve artık Eskişehire dönmek zorundaydım.
Çok kavga ettim. Tepemde sürekli meyve soyup, her sabah tost yapan bir babaya sahiptim ve çok kavga ettim. İstemiyorum dedikçe elime para sıkıştıran bir anneanne ve her sabah öperek uyandıran bir annem vardı ki, bunlar bana çok fazlaydı.
Sonra. Sonra işte. Büyümek mi adı, nedir adı bilemiyorum. Öyle çok sardılar ki kalpleriyle. Ne İstanbul hayali kaldı, ne özgürlük isteği. İşimden mutsuz olduğum anlar bile umutluydu benim için. AİLEM burdaydı. Mehmet Bey "Sen Kılıçkap hocanın kızısın unutma" diyordu. Lojmanlarda oturmanın keyfini ağaç kokularıyla ODTÜyü anarak çıkartıyordum. Yalnızlık istediğim her an, bayrak vardı. Hiç kimse sarmasa o sarıyordu beni, o pis soğukta ısıtıyor, bu şehre bağlıyordu. İkinci ailem dediğim onlarca insana sahiptim. Geceler boyu beraber ağladığım, içip içip sarhoş olduğum, sevmekten öldüğüm dostlarım vardı. "Ne zaman istersen ara, gelirim." diyen adamlarım... Beraber büyüdüklerim hani. Onlar vardı!
Seneler böyle, bağlana bağlana, büyüye büyüye, dostlarıma daha sıkı sarılarak, işimi daha çok severek geçti işte. Şimdi ne o lojman benim, ne o bayrak, ne rafa çıkan herhangi bir Pınar Süt paketinde emeğim var.
Eskişehir benim değil artık. Ama orda bıraktığım ne kadar kalp varsa, onlardan ayrılmak için verdiğim savaş bitiriyor beni.
Bir de ne bitiriyor biliyor musunuz?
Kimseyi üzmemek, en çok da babamı üzmemek için trene binene kadar ağlayamamış olmak.
Çünkü onun için hep güçlü durmak, dik durmak, başımı eğmemek, yorulmamak zorundayım.
Evet, yeni bir hafta yarın, hatta yeni bir başlangıç benim için. Çünkü artık kabul ediyorum. Artık Eskişehirde yaşamıyorum.
Ama sevdiklerim, onlar benim kalbimde, benimle beraber o koca, korkunç kalabalığında kimsesiz kaldığım şehre geliyorlar şimdi. Kalbimin en sıcak en güzel köşesini ayırdım onlara.
Ve artık eminim. Hayatımda yaptığım en doğru hareketti. Mutsuzluk pahasına, o şehri yaşamak için üniversiteden o şehire dönmek, HAYATIMIN EN DOĞRU HAREKETİYDİ.
Lanet olsun!!! Sizleri çok seviyorum!!!
"Yaşam destek ünitem. Ben.. gidiyorum.."
Sağlıcakla.
BubukSultan