28 Eylül 2016 Çarşamba

Klostrofobi

Herşeyde bir hayır vardır derler. Zaman zaman inanır zaman zaman aksini iddia ederdim. Ancak varmış. Varmış bir şeyler. 

Dün iş yerinden sevdiğim bir abimin oğlu oldu. Hastaneye ziyarete gidelim diye başka bir servise binmiş bulundum. Üstelik yolun yarısında öğrendim ki, kendisi hastanede değilmiş. Boşu boşuna kozyatağına kadar gelmiştim. Ne yapsam ne etsem derken, Kartal'a dönmenin ne kadar klostrofobik olacağı düşüncesiyle yandım tutuştum. Karşıya geçmek de öyle. Mert(eşim) karşıda olduğu için o çok daha mantıklı görünüyordu ancak, orda bir de Marmaray adlı kahpe vardı ki, bırak klostrofobikliği deniz altı su mu ıh bıh derken korkulu rüyam gibi bir şey idi. 

Tam o sırada koluma giren güleryüzlü yüksek sesli tatlı mı tatlı bir kadın hayatımı değiştiriverdi. "Bebeğim ben seni götürürüm hiç bişicikler olmaz" dedi en şirincecik haliyle. Ne kıyabildim, ne bu klostrofikliğimden bahsedebildi utancımdan.  Tamam olur dedim. Sonra gözümü açtığımda yenikapıdaydım. Klostrofobi geçmemişti belki, yanaklarım kıpkırmızıydı ancak, beni yenememişti de. 

Üstünden tam 24 saat sonrası, servis kaçırma, kendini kartal metrosuna bıraktırma, ve metroya yapayalnız binip, iki uzak nokta olan Kartal-Kadıköy istikametini tamamlayla sonuçlanıyor. Yani o hatunla ben metroya binmeseydim, sanmıyorum şimdi böyle gönül rahatlığıyla girivereyim o tünelin içine. Hayır mı şer mi derler ya, Alp bebek bana bile hayırlı gelmiş, haberim yokmuş. 

Teşekkürler güler yüzlü hatun.
Teşekkürler Alp bebek. 
Ve... 
Teşekkürler Can Mahmut Doğan. 

Geldim sayılır yani, haberin olsun. ☺️😉

21 Eylül 2016 Çarşamba

Eyvallah

İçimdeki insanlara zarar vermemek adına çok zarar gördüm biliyor musunuz? Tanıdığım bildiğim hallerinden "birden" değişseler bile sanki hep onlar benim bildiğim sevdiğim gibilermişçesine kalsınlar diye saatlerimi günlerimi düşünmemek üstüne harcadım. Böyle dönemlerde alkolik oldum, sigarayı içmedim, yedim. O asla ama asla kişiliklerine özel oluşlarına kıyamadığım herkesi, kalbimin en güzel köşelerinde saklamayı bir şekilde bildim. Başardım bunu. Hatta belki de sırf bu yüzden gün be gün üzüldüm, acı çektim.

Hayatıma giren ve girdiği gibi kendi isteğiyle apar topar çıkan insanların her biri iyi kötü bir sürü şeyimi aldı götürdü. Olay böyle olunca gün be gün ben de değişmeye başladım. İyi yönde değildi değişimim, kötüydü. Üstelik değişim şunu çağrıştırıyordu. "Bir sonrakini daha iyi koru. Bir sonraki gitmemeli." Hal böyle olunca her giden gibi gidince en yeniler daha çok acı daha çok yıkım yaşattı bana. Değişmek yaramadı yani, taşlaşacağıma yumuşamıştım, haberim yoktu.

İşin kötü tarafı bir öncekileri anlatıp dertlendiğim, dert yandığım, omzuna kafamı yasladığım herkes, yumuşak taraflarımı bile bile vurdu. Bile bile acıttı. "Bu kadar yumuşak kalpli olma, yumuşak başlı olma, bu kadar yüz verme, üzülüyorsun. Üzülme." diye diye başımın etini yiyebilen insanlar teker teker o yumuşak kalbimi ezdi, yumuşak başımı yedi, verdiğim yüzleri duvardan duvara vurdu. Üzdü. Üzdü. Çok üzdü.

Bir kez olsun vazgeçtim demedim. Belki demeliydim, daha az acıtırdı. Vazgeçtim yerine senin canın sağ olsun dedim. Vicdanımı rahatlattım. Üstelik vicdan kötü insanların kendilerini rahatlatmak için başvurdukları bir şey idi. Literatüre göre onca iyiliğimle kötü çıktım.

Vallahi kötülükten değil, güçten mi diyorsunuz?

Güçten değil be, kendime tutunmaktan. Kimse bilmez, hiç biriniz bilmezsiniz ama, ben bir tek kendime tutunmakla büyüdüm. Ondan bu sağlık olsunlar, canın sağ olsunlar. Sizden değil.


Beni üzmek nasıl bir şey ya? Anlatsanıza biraz?
--Vazgeçtim.(!)
Sessizliğiniz tam kıvamında.

Eyvallah.

B.