Dün iş yerinden sevdiğim bir abimin oğlu oldu. Hastaneye ziyarete gidelim diye başka bir servise binmiş bulundum. Üstelik yolun yarısında öğrendim ki, kendisi hastanede değilmiş. Boşu boşuna kozyatağına kadar gelmiştim. Ne yapsam ne etsem derken, Kartal'a dönmenin ne kadar klostrofobik olacağı düşüncesiyle yandım tutuştum. Karşıya geçmek de öyle. Mert(eşim) karşıda olduğu için o çok daha mantıklı görünüyordu ancak, orda bir de Marmaray adlı kahpe vardı ki, bırak klostrofobikliği deniz altı su mu ıh bıh derken korkulu rüyam gibi bir şey idi.
Tam o sırada koluma giren güleryüzlü yüksek sesli tatlı mı tatlı bir kadın hayatımı değiştiriverdi. "Bebeğim ben seni götürürüm hiç bişicikler olmaz" dedi en şirincecik haliyle. Ne kıyabildim, ne bu klostrofikliğimden bahsedebildi utancımdan. Tamam olur dedim. Sonra gözümü açtığımda yenikapıdaydım. Klostrofobi geçmemişti belki, yanaklarım kıpkırmızıydı ancak, beni yenememişti de.
Üstünden tam 24 saat sonrası, servis kaçırma, kendini kartal metrosuna bıraktırma, ve metroya yapayalnız binip, iki uzak nokta olan Kartal-Kadıköy istikametini tamamlayla sonuçlanıyor. Yani o hatunla ben metroya binmeseydim, sanmıyorum şimdi böyle gönül rahatlığıyla girivereyim o tünelin içine. Hayır mı şer mi derler ya, Alp bebek bana bile hayırlı gelmiş, haberim yokmuş.
Teşekkürler güler yüzlü hatun.
Teşekkürler Alp bebek.
Ve...
Teşekkürler Can Mahmut Doğan.
Geldim sayılır yani, haberin olsun. ☺️😉